Nicolaus Copernicus (Kopernik), 19 Şubat 1473 tarihinde Polonya’da dünyaya geldi. Düşünce tarihinde etkisi yönünden Kopernik devrimiyle boy ölçüşebilecek pek az dönüşüm mevcuttur. Son 400 yılda tanık olduğumuz bilimsel gelişmenin astronomide bulunan bu devrimle başladığı söylenebilir.
Dinsel bağnazlıkla özgür düşünce hemen her zamanda çatışma içinde olmuştur. Ortaçağ düşünce geleneğini kıran ilk bilimsel atılımın astronomide ortaya çıkması bir bakıma doğaldı. Bir kez, astronomide hiç bir alanda olmayan bir bilgi birikimi vardı.
Babillilerin göksel nesnelerin devinimlerine ilişkin gözlemlerini, kuramsal düzeyde işleyen eski Yunanlıların astronomide büyük ilerleme kaydettikleri bilinmektedir.
17. yüzyıla gelinceye dek egemenliğini ilerleten Ptolemy (Batlamyus) sistemi bu birikimin ürünüdür. Sonra, Rönesans’la birlikte, astronomide ivedi çözüm gerektiren pratik sorunlar ağırlık elde etmişti. Bu sorunlardan bir diğeridenizde boylam hesaplanmasına ilişkindi. Bu ise, ilk kez, güneşin izler göründüğü yolun doğru belirlenmesini gerektiriyordu.
Çözümü aranan bir diğer sorun takvime ilişkindi. M.Ö. 46’da oluşturulan yürürlükteki takvim yetersizdi. Misal verilecek olursa, o takvime göre, bir yıl 365 günden oluşuyordu. Şimdi ki takvime göre, 11 dakika 14 saniye daha kısadır.
Ne var ki, bu türden nedenler, doğruluğu söz götürmez sayılan Ptolemy teorisinde köklü bir değişiklik için yeterli olamazdı. Astronomlar çoğunluk kimi düzeltmelerle yer-merkezli sistemin korunabileceği inanandaydılar. Nitekim, klasik zamandan beri kimi bilginlerce önerilen güneş-merkezli sistem onların gözünde saçma olmaktan ileri bir anlam taşımıyordu.
Yerleşik sistem hemen hemen bağnaz bir inanca dönüşmüştü. Bunun bunun yanında, ortaçağ sonlarına doğru Oresme ve ardından Cusalı Nicolas gibi bilginlerin yönelttikleri ciddi eleştiriler hiç bir etki uyandırmadan kalır. Yeni arayışların başladığı Rönesans’ta bile sistemin sarsılması kolay olmaz.
Copernicus’un daha öğrencilik senelerında Ptolemy teorisine karşı içine düştüğü kuşku ve doyumsuzlukta kendisini önceleyen eleştiricilerin, özellikle hocası Novara’nın etkisi büyük olmuştur. Bologna üniversitesinde astronomi profesörü olan Novara, kilisenin o sıra içinde olduğu görecel hoşgörüden de yararlanarak, Ptolemy sistemine sert eleştiriler yöneltmekteydi.
Biraz önce de değindiğimiz gibi, Ptolemy sisteminin göksel olguları açıklamaya yönelik salt bir teori olmaktan ileri bir niteliği, dinsel veya ideolojik bir bağışıklığı vardı. Sistem ortaçağ skolastik felsefesiyle bütünleşmiş, hemen hemen resmi bir kimlik elde etmişti. Eleştirilerin, ne denli yerinde ve tutarlı olursa olsun, önemli bir etki yaratması beklenemezdi.
Sistemin sarsılması Rönesans’ın getirdiği yeni anlayışı, farklı kültür ortamını bekler. Rönesans sanatta göz alıcı bir atılım olduğu kadar, sonunda din, bilim, politika ve ekonomide de geleneksel katı tutumları kıran, dünyaya yeni bir bakış açısı getiren uzun süreli bir dönüşümdür. Copernicus’un şansı, üstün zeka ve kuvvetli öğrenme tutkusunun bunun yanında, her alanda yeni arayışların başladığı öyle bir zamanda dünyaya gelmiş olmasıdır.
Kopernik kimdi ve ne yaptı? Yalnız bilimde değil, insanlığın dünya görüşünde de büyük bir devrime neden olan çalışmasının kapsam ve niteliği neydi?
Nicolaus Copernicus Polonya’nın Torun kentinde üst-yaşam düzeyinde bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. On yaşında iken babasını yitirdi; bir bilgin-papaz olan amcasının koruyuculuğu altında büyüdü; aldığı eğitim daha çok teolojiye yönelikti. Lakin, Copernicus’un ilgi alanı belli bir konuyla sınırlanamayacak kadar genişti. Ülkesinde Cracow üniversitesini bitirdikten sonra İtalya’ya gider; Bologna, Padua ve Ferrara gibi dönemin seçkin üniversitelerinde astronomi, matematik, hukuk ve tıp dallarında altı yıl süren öğretim görür.
Bir süre Roma’da matematik profesörlüğü yaptıktan sonra ülkesine döner, kilisede üst-düzey bir görev üstlenir. Ayrıca, çeşitli devlet hizmetlerini ilerleten Kopernik, bir ara ülkesini dış ilişkilerde diplomat olarak da temsil eder. Ne ki, onun asıl ilgi alanı astronomi idi. Aralıksız otuz yıl süren bir çalışmanın ürünü baş yapıtı Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine dostlarının ısrarı üzerine yayıma girer. Kitabının ilk nüshası Copernicus’a yaşamının son günlerinde hasta yatağında ulaşır.
Sorumuza dönelim: Copernicus devrimi nedir, niçin mühimdir?
Kopernik işe koyulduğunda ortaçağ dünya görüşüne karşı çıkma gibi bir niyeti yoktu. Aldığı eğitim temelde o görüşe dayanıyordu. Onun yapmak istediği çeşitli yönlerden yetersiz bulduğu Ptolemy astronomisini matematiksel olarak daha basit, kendi içinde uyumlu ve açıklama gücü daha yüksek bir sisteme dönüştürmekti.
Ptolemy teorisine göre, gökyüzü yıldızların “çakılı” olduğu dönen bir küreydi; dünya bu kürenin merkezinde sabit bir seviyeye sahipti; etrafında ay, güneş ve gezegenleri taşıyan iç içe bir dizi kristal küre vardı. “Tanrısal bir düzen” diye imgelenen bu sistem, bunun bunun yanında insana evrenin merkezinde olma onur ve gururunu sağlamaktaydı.
Ne var ki, salt bilimsel açıdan bakıldığında sistem gereksiz yere karmaşık olduktan başka tutarsızdı. Sistemde birbirini tutmayan bir takım varsayımlar, ayaküstü gereksinmelere göre oluşturulan açıklamalar vardı. Benzetme yerindeyse, baş, gövde, el ve ayak gibi her parçası başka bir yerden derlenmiş bir heykelin acayip görüntüsünü sergiliyordu.
Kopernik, astronomiyi basitleştirme ve tutarlı kılma girişiminde, kökü klasik çağa uzanan bir hipoteze başvurur (M. Ö. 3. yüzyılda Aristarcus adında bir bilgin, şimdi “güneş sistemi” dediğimiz sistemin merkezinde dünyanın değil, güneşin olduğunı ileri sürmüş, fakat bağnaz çevrelerin tepkisiyle susturulmuştu)
Doğrusu, yalnız yerleşik öğretiye değil sağduyuveya ters düşen bu hipotezin bilim tarihindeki devrimsel sonucunu Copernicus’un öngördüğü basit bir şekilde söylenemez. Büyük olasılıkla, Aristarcus hipotezi onun gözünde göksel sisteme geometrik uyum sağlayan bir basitleştirme aracıydı. Nitekim, kitabın önsözünde önerilen yeni sistemin bilimsel doğruluğu değil, salt matematiksel geçerliği vurgulanıyordu.
Gerçekten, Copernicus teorisinin, dünyanın sistemdeki yeni konumu dışında köklü bir değişiklik içerdiği basit bir şekilde söylenemez. Bir kez sayılarını azaltmakla birlikte göksel kürelere ilişkin varsayımdan vazgeçilmemiştir. Sonra, gezegenlerin devinimlerinde düzgün çembersel yörüngeler izlediği görüşü korunmuştur. Üstelik yeni teori de gözlemsel verilerle uyum yönünden kimi kuvvetliklerle yüz yüzeydı. Belki de biraz da bundan dolayı 16. yüzyılın sonlarına gelinceye dek teori beklenen ilgiyi görmez; Ptolemy sistemi yürürlükte kalır.
Bilindiği gibi, Copernicus teorisi iki temel varsayım içermektedir:
1) Gezegenleri taşıyan göksel küreler dünyanın değil, güneşin etrafında dönmektedir;
2) Dünya merkezde sabit değil, kendi ekseni etrafında günlük, güneşin etrafında yıllık dönüşler içindedir. Copernicus’u bu varsayımlara en başta gözlemsel verilerin yönelttiği kuşku götürmez. Bunun çarpıcı bir ispatım şu kelimelerinde bulmaktayız:
Kanımca, ileri sürdüğim ilkeler soruna büyük bir basitlik getirmektedir. Ptolemy sisteminde olduğu gibi dünyayı merkezde sabit varsayma çok sayıda küre varsayımına yol açmış, bu da sorunu içinden çıkılmaz karışıklığa sokmuştur. Önerdiğim sistem ise, gereksiz veya boş varsayımlara gitmeksizin, birden çok gözlem verisini tek nedenle açıklamaya elveren, gerçeği her yanıyla görülmektediran bir sistemdir.
Bu ussal yaklaşım Copernicus’un çok iyi bilinen cephesi. Onun çoğu kez gözden kaçan bir başka cephesi daha var! Aşağıdaki alıntıda Copernicus’un evreni “ilkel” diyebileceğimiz büyülü bir dille betimleme yoluna gittiğini görmekteyiz:
Evrenin ortasında güneş taht kurmuştur. Bu görkemli tapınakta, etrafındaki her şeyi bir anda aydınlatan “güneş” dediğimiz nur kütlesi için daha saygın bir konum düşünülebilir miydi? Güneşi evrenin Lambası, Bilge yöneticisi diye övenler olmuştur: Hermes Trismegutus’un gözünde O ışıldayan Tanrı, Sophocles’in Elektra’sı için her şeyi gören yüce varlıktır. Güneş gerçekten tahtına kurulmuş Sultan gibi, etrafında dolaşan gezegenleri çocukları gibi yönetir.
Copernicus’un bu duygusal yanıyla bir tür gizemcilik olan, teologların da paylaşımı yaptığı bir felsefenin (Yeni Platonculuk) etkisinde olduğu söylenebilir. Ama öylede olsa kilisenin resmi öğretiye ters düşen bir görüşü hoş karşılaması beklenemezdi. Ne ki, Bruno ve Galileo’ya gelinceye dek Katolik kilisesi belirgin bir tepki göstermez. Oysa Protestan önderler daha baştan Copernicus’u kınama yoluna gitmişlerdi. “Bu budala” diyordu Luther, “astronomi bilimini altüst etme sevdasındadır. Oysa kutsal kitap arzın değil, güneşin döndüğünü bize bildirmiştir. Bir yeni yetme astrologa halk kulak versin, olacak iş mi?”
Copernicus mistik eğilimlerine karşın bir astrolog değil, gerçek bir astronomdu. Tarih onu 17. yüzyıl bilimsel devrimine neden olan araştırma tutkusu ve atılımcı kişiliğiyle bize tanıtmaktadır.
Nicolaus Copernicus (Kopernik), 24 Mayıs 1543 tarihinde öldü.