Albert Einstein, 14 Mart 1879 senesinde Almanya’nın Ulm şehrinde dünyaya geldi. Ailesi 1880’de Münih’e taşındı. Münih’te babası Hermann Einstein ve amcası Jakob bir elektrik şirketi kurdular. Annesi Pauline Einstein ise, kabiliyetli bir piyanistti. Albert iki buçuk yaşındayken kız kardeşi Maja dünyaya gözlerini açtı. Okula başlamadan önce konuşma zorlukları yaşıyordu, annesi ve babası endişelanarak onu doktora götürmüşlerdi.
Küçük yaşlarda, hasta bir biçimde yataktayken babası neşelendirmek için ona manyetik bir pusula vermişti. Pusula ibresinin hareketini o yaşta bi hayli gizemli bulmuştu ve kendisinde büyük bir merak uyandırmıştı.
Hermann ve Pauline Einstein Yahudi kökenli bir çiftti fakat dindar değillerdi. Dini vecibelerden daha çok çocuklarının eğitimini düşünüyorlardı. Einstein beş yaşına geldiğinde onu evlerinin yakınlarında daha iyi eğitim verdiğini düşündükleri bir Katolik Hristiyan ilkokuluna yazdırdılar. Einstein okula başladıktan sonra okuldaki sıkı disiplinden ve ezberci anlayıştan rahatsız olmaya başlamıştı. Ama okul ile hoşnutsuzluğuna rağmen yüksek notlar alıyordu. Birinci sınıfı atlamıştı ve çoğu zamanda sınıfında birinci olmuştu.
Einstein’ın annesi Pauline çocuklarının erken yaşta müzik ile tanışmalarını istiyordu. Pauline Albert’ı keman derslerine, kız kardeşi Maja’yı ise piyano derslerine göndermişti. Albert keman derslerine altı yaşında başladı ve on dört yaşına kadar sürdü. Mozart’ın sonatlarını çok beğendi ve onları çalabilmek için tekniğini geliştirmek istedi. Sonunda iyi bir amatör kemancı olmuştu ve Mozart, Beethoven sonatları çalmaktan hoşlanıyordu.
Einstein dokuz buçuk yaşındayken Katolik ilkokulundan ayrıldı ve Luitpold Gymnasium’da eğitim görmeye başladı. Gymnasium Antik Yunanca ve Latince’ye oldukça önem veriyordu. Müfredatta bunun bunun yanında modern diller, coğrafya, edebiyat ve matematik de yer alıyordu. Einstein Latince ve matematikteki keskin mantığı seviyor ve bu derslerde en yüksek notları alıyordu. Gymnasium ilkokuldan çok daha sıkı bir disipline sahipti. Einstein burada otoriter öğretmenler ile sürekli olarak çatışıyordu ve öğretmenleri Einstein’ın bağımsız, isyankar kişiliğinden hiç hoşlanmıyordu.
Einstein’ın ailesi, eski bir Yahudi geleneği olarak yoksul bir öğrenciyi evlerinde yemeğe davet ediyordu. Max Talmud isminde yoksul bir Yahudi üniversite öğrencisi her hafta bir akşam yemeğine katılıyordu. Talmud’un ziyaretleri Einstein on yaşındayken başlamıştı ve beş yıl boyunca sürmüştü. Einstein kendisinden büyük bir üniversite öğrencisi ile konuşmaktan hoşlanıyordu ve Talmud kısa bir sürede Einstein’ın sıradan bir çocuk olmadığını fark etmişti. Birlikte bilim, matematik ve felsefe konuşuyorlardı. Einstein on üç yaşındayken, Talmud, Immanuel Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” kitabını getirdi. Einsten o yaşta kitabı anlamakta hiç zorlanmamış ve okulunda sürekli olarak Kant ile ilgili konuşmaya başlamıştı.
Talmud, Einstein’a sürekli olarak çeşitli popüler bilim kitapları getiriyordu ve Einstein hepsini büyük bir heves ile inceliyordu. Bir keresinde Talmud, Öklid’in Elemanlar kitabını getirdi. Einstein kitaptaki problemler üzerinde çalışmaya başladı. Yaz bitmeden önce Einstein yalnızca bütün problemleri çözmek ile kalmamış, bunun bunun yanında teoremlere alternatif ispatlar da bulmuştu.
Einstein on bir yaşındayken Yahudi geleneği olarak evde din dersleri almaya başlamıştı. Einstein bu sürede büyük bir dini şevk duymaya başladı ve bütün dini vecibeleri yerine getirerek dindar olmayan ailesine örnek olmak istiyordu. Şabat günü dinleniyordu, yalnızca Yahudiler için helal olan gıdaları yiyordu, kendi başına dini şarkılar yazmıştı. Ama Einstein’ın dini şevki uzun sürmedi. Bir yıl içinde okuduğu bilim kitaplarının kutsal kitaplar ile çeliştiğini gördü. Daha sonra her çeşit otoriteden kuşku duymaya başladı ve şüpheci bir tavır geliştirdi.
1891 yazında mühendis amcası Jakob kendisine bir cebir kitabı getirmişti. Einstein o yaz cebir kitabını çalışmaya karar verdi ve amcasından çözmek için problemler istedi. Einstein en zor ve karmaşık problemleri bile çözebiliyordu. O yaz Einstein, Pisagor teoreminin tekrar bir ispatını yaptı. Cebir ve geometriden sonra Einstein, kalkülüse yöneldi. On altı yaşına geldiğinde kendi başına diferansiyel ve integral hesaplamaları ile analitik geometriyi öğrenmişti.
1894’te Einstein’ın babası ve amcasının şirketi 14 yılın sonrasında iflas etti. İki aile birlikte İtalya’ya gitmek ve şanslarını orada denemek istediler. Ailesi Albert’ın Münih’te kalıp okulunu Gymnasium’da bitirmesine karar verdi. Bu arada Einstein on beş yaşındaydı ve liseyi bitirmesine daha üç yıl vardı. Münih’te tek başına altı ay geçirdikten sonra Einstein bunalıma girdi ve gerginleşmeye başladı. Aile doktorunu ikna ederek sinir poblemleri sebebiyle kendisinin ailesinin yanında bulunması gerektiğini söyleyen bir rapor aldı. Einstein ailesine haber vermeden Gymnasium’dan ayrıldı ve İtalya’daki ailesinin yanına geldi. Albert Einstein, İtalya’ya geldiğinde teknik olarak bir lise terk olsa da, eğitimini yarıda bırakma niyeti yoktu. Ailesine Zürih, İsviçre’deki Federal Politeknik Okulu’na girmek için tek başına ders çalışacağına söz verdi. Politeknik kabul için bir lise diploması istemiyordu. Einstein’ın tek yapması gereken kabul sınavlarını geçmekti. Einstein için İtalya’da yaşam bi hayli rahattı. Ders çalışmayı İtalya’yı gezmek ile birleştirdi, birden fazla müze ve sanat galerisi gezdi.
Albert Einstein, Almanya’nın militarizminden ve sıkı disiplininden hiç hoşlanmıyordu, zorunlu askerlik yapmak da istemiyordu. Babasına Almanya vatandaşlığından çıkmak istediğini ve İsviçre vatandaşı olmak istediğini dile getirdi. Babası biraz tereddüt ile onayladı ve gerekli kağıtları imzaladı. 28 Ocak 1896 tarihinde Einstein kendisini Almanya vatandaşlığından çıkaran resmi kağıtları aldı ama 1901 yılına kadar İsviçre vatandaşlığını almadı. 5 yıl boyunca vatansız kaldı.
Einstein, 1895 Ekiminde Zürih’e gitti ve Politeknik’te kabul sınavına girdi. Sınava girmek için on sekiz yaş üstü olmak gerekiyordu ve on altı yaşında girebilmesi için özel bir izin almıştı. Einstein babasının tavsiyesine uyarak mühendislik bölümüne başvurdu. Kabul sınavında matematik ve fizikte çok üstün dereceler aldı ama diğer bölümlerde başarısız olmuştu. Politeknik’in yöneticisi Einstein’ın potansiyelini görmüştü ve onun bir İsviçre lisesinde diploma alıp tekrar başvurmasını tavsiye etti. Einstein’ın ailesi Politeknik’in önerisini kabullenerek Einstein’ı İsviçre’nin Aarau bölgesinde bir liseye gönderdiler. Bu seneler belki de Einstein’ın gençliğinin en güzel senelerıydı. Zürih’ten 30 km uzaklıktaki bir köyde bulunan lise Einstein için idealdi. Saygı duyulan, açık fikirli bir öğretmen olan Jost Winteler aracılığıyla yönetiliyordu. Okulda sorunsuz bir ortam vardı ve öğrencilerin bağımsız düşünmesi teşvik ediliyordu. Bu yaklaşım Einstein’ın kişiliğine uyuyordu. 1896’da Aarau okulunda yüksek notlar ile final sınavlarını geçti.
Einstein mezun oldu ve gerekli yaştan altı ay ufak olmasına rağmen Politeknik’e kabul edildi. Einstein ile birlikte hemen hemen bin yeni öğrenci o sene Politeknik’te eğitime başlamıştı. Çoğu öğrenci mühendislik okullarına katılmıştı ama Einstein fiziği tercih etti. Fizik departmanı büyük ve modern bir binadaydı ve çok iyi ekipmana sahipti. Fakülte dünya standartlarındaydı. Adolf Hurwitz ve Hermann Minkowski gibi ünlü matematikçiler, Einstein’ın profesörleri içindeydı. Einstein’ın o zamandaki yaşamı tipik bir Avrupalı üniversite öğrencisi yaşamıydı. Kafeler ve barlarda uzun saatler harcıyordu. Kahve içerek dostları ile bilim ve felsefe tartışıyordu. Hangi derslere odaklanması gerektiği hususunda seçiciydi. Eğer konuyu veya profesörü beğenmiyorsa o derslere girmiyordu. Politeknik’te öğrenciler dört sene boyunca yalnızca iki dönem sonunda sınavlara giriyordu. Bunlar dışında not endişesı veya yoklama endişeları yoktu. Einstein aldığı dersler ile hiçbir alakası olmayan, yalnızca ilgi duyduğu kitapları çalışıyordu. Politeknik’te profesörlerin her biri araştırmacıydı ve ders kitapları yerine kendi incelemelerinı izliyorlardı. Ders notu hiç tutmayan Einstein, hayat boyu arkadaşı kalacak olan Marcel Grossman’in titizlik ile tuttuğu ders notları ile sınavları başarılı ile geçebilmişti. Albert Einstein Politeknik’te ileride eşi olacak olan Sırp kökenli Mileva Maric ile tanıştı. 1896’da bir dönem eczacılık okuduktan sonra fizik bölümüne geçmişti. Einstein’ın ilk senesinde sınıf arkadaşıydılar ve bu sürede ikisi içinde romantik bir ilişki başlamıştı. Üniversitedeki son senelerinde evlenmeye karar verdiler. Einstein ve Mileva çoğu zaman birlikte fizik çalışıyorlardı, kitaplar inceliyor ve tartışıyorlardı. Mileva Maric’in Einstein’ın ilerideki makalelerine katkıları olduğu iddia edilmiş olsa da bu iddialara yönelik ispat bulunamamıştır.
3. senesinde Einstein, Profesör Heinrich Weber’in elektroteknik laboratuvarı dersini aldı. Derste yalnızca zorunlu deneyleri değil, kendi tasarladığı deneyleri de yapıyordu. Sadece laboratuvarda kendi çalışmalarını yapmak için başka bazı derslere girmediği oluyordu. Einstein, Heinrich Weber’in fiziğe giriş derslerini beğeniyordu ama daha ileri fizik konularındaki derslerini yetersiz bulmuştu. Heinrich Weber, Maxwell’in elektromanyetik kuramı ile ilgili hiç konuşmuyordu. Einstein bu sürede saygısız ve ukala olmaya başlamıştı. Einstein bu tavrının cezasını mezuniyet sonrası çekecekti. Weber, Einstein’ın üniversitede akademik bir pozisyona yerleşmesine engel olmuştu. Weber’in elektrik ve manyetizma derslerinden hayal kırıklığına uğrayan Einstein, bu konuları kendi başına çalışmaya karar verdi. Elektromanyetizm hususunda birden fazla kitap edindi ve bunları kendi başına çalıştı. Bu zamanda Einstein bunun bunun yanında o zamanda bi hayli yaygın olan esir düşüncesi ile ilgili şüpheci bir biçimde düşünüyordu.
1900 senesinde Einstein üniversiteden fizik diploması ile mezun oldu. Üniversitede bir asistanlık pozisyonu bulmak istiyordu, böylece doktorası için araştırma yapabilecekti. Lakin üniversite senelerında birden fazla profesörünü isyankar tavırları ile kızdırmıştı. Profesörleri bunun bunun yanında Einstein’ın derslere girmemiş olmasından, kendi istediği konuları çalışmasından hoşlanmamıştı. Profesörler tavsiye mektuplarını yazdıktan sonra Einstein Politeknik’te bir pozisyon bulamadı. Başka üniversitelerde, kendi araştırma makalelerini göndererek pozisyonlar aradı ama hiç olumlu yanıt alamadı. 18 ay boyunca bir sürü denemeden sonra üniversite pozisyonları aramayı bıraktı ve Marcel Grossman’ın yardımı ile Bern, İsviçre’de bir patent ofisinde iş buldu.
Mezun olduktan sonra Einstein iki yılını sıkıntılı bir biçimde bir öğretmenlik işi bulmak için harcadı. Eski bir sınıf arkadaşının babası kendisine Bern’de bir patent ofisinde, asistan müfettiş olarak iş buldu. Elektromanyetik cihazlar için patent başvurularını inceledi.
Patent ofisinde işinin büyük kısmı elektrik sinyallerinin aktarımı ve elektriksel-mekanik zaman eşgüdümü ile alakalı sorular ile ilgiliydı. İki teknik soru ile ilgili yaptığı düşünce deneyleri, Einstein’ın ışığın doğası ile zaman uzay ve zamanın ilişkisi ile ilgili radikal sonuçlara varmasını sağlamıştır.
Bern’de tanıştığı birkaç arkadaşı ile, ismini mizahi bir biçimde “The Olympia Academy” koydukları ufak bir tartışma grubu oluşturmuş, bilim ve felsefe ile ilgili tartışmak için düzenli olarak buluşuyorlardı. Okudukları içinde Henri Poincare, Ernst Mach ve David Hume vardı, bu isimler kendisinin bilimsel ve filozof bakış açısını bi hayli etkilemişlerdir.
1909’da patent ofisindeki işinden ayrılmış ve Zürih Üniversitesi’nde kuramsal fizik profesörü olmuştur.
1905, Einstein’ın yaşamının en verimli yılı olmuştur ve bu senea “annus mirabillis” (Latince mucizevi yıl) denilmektedir. Bir yıl içinde Annalen der Physik dergisinde paylaşımı yaptığı dört makale, modern fizik anlayışında devrim yaratmıştır.
1908’de artık bi hayli tanınmış, büyük bir bilim adamı olarak tanınıyordu ve Bern Üniversitesinde öğretmen olarak atanmıştı. Sonraki sene patent ofisindeki işinden ve öğretmenlikten ayrıldı ve Zürih Üniversitesinde fizik doçentliğine başladı. 1911 senesinde Prag’da Karl-Ferdinand Üniversitesinde profesörlük unvanı aldı. 1914 senesinde Almanya’ya döndü, Kaiser Willhelm Fizik Enstitüsü’nde yönetici, Berlin Humboldt Üniversitesinde profesör oldu. Bu işlerindeki anlaşmalerinde öğretmenlik görevlerini bi hayli azaltan maddeler vardı. Prusya Bilim Akademisinin bir üyesi olmuştur. 1916 senesinde Einstein Deutsche Physikalische Gesellschaft (Alman Fizik Derneği)’ın başkanı olmuştur.(1916-1918)
1911 senesinde, yeni genel görelilik kuramına göre, başka bir yıldızın ışığının güneş aracılığıyla kırılacağını hesaplamıştır. Bu tahmini sonradan Arthur Eddington’un 1919’daki güneş tutulması gözleminde doğrulanmıştır. Bu olayın uluslar arası basında haberleşmesi, Einstein’ı dünyaca ünlü yapmıştır.
1921 senesinde Einstein Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. O zamanda görelilik hala tartışmalı görüldüğü için, ödül fotoelektrik tesirini açıklaması sebebiyle verilmiştir. 1925 senesinde da Royal Society aracılığıyla Copley Medal almıştır.
Nisan 1933’te Amerikan üniversitelerini ziyaret ederken, Alman hükümetinin Yahudileri üniversitelerde öğretmenlik dahil bütün resmi konumlardan men ettiğini öğrendi. Bir ay sonra Naziler kitap yakma kampanyalarına başladı ve Einstein’ın eserleri de yakılanlar içindeydı. Einstein bu gezisinde Almanya’ya bir daha geri dönmeyeceğini dile getirdi.
Mart 1933’te Avrupa’ya döndüğünde birkaç ay Belçika’da kaldı, sonrasında geçiçi olarak İngiltere’ye geçti. Aynı yıl ABD’ye göç etmeye karar verdi. Princeton, New Jersey’de, Institute for Advanced Study’de görev aldı ve 1955’te ölümüne kadar burada kaldı. Burada kendisi bir birleşik alan kuramı daha da ilerletmeye ve kuantum fiziğinin kabul edilmiş yorumlarını çürütmeye çalıştı. Bu iki girişimi de başarısız oldu.
1939 senesinde, fizikçi Leo Szilard dahil bir grup Macar bilim adamı Nazilerin atom bombası incelemeleri hususunda Washington’u uyardı. Grupun ikazsı ciddiye alınmadı. 1939 yazında, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı başlamadan birkaç ay önce, Einstein prestijini tercih ederek Leo Szilard ile birlikte, başkan Roosevelt’e, Nazi Almanya’sının atom bombası tehlikesine karşı ikaz mektubu gönderdi. Aynı mektupta Amerikan hükümeti’nin uranyum incelemeleri ve zincir reaksiyonları ile alakalı araştırma yapması tavsiye ediliyordu. Einstein ve diğer mülteci dostları “Alman bilim adamlarının atom bombası yarışını kazanabileceği ve Hitlerin bu silahı kullanmak için bi hayli istekli bulunacağı” hususunda ikazyordu.
Mektubun ABD hükümeti’nin savaş öncesi nükleer silahlar ile ilgili yoğun araştırma yapmasının önemli bir tetikleyicisi olduğu kanısına varılmaktadır. Başkan Roosevelt, Hitlerin önce atom bombasına sahip olması riskini üstlenemezdi. Einstein’ın mektubu ve buluşmaları sonucu ABD bombayı geliştirme yarışına girdi. Savaş sırasında ABD bombayı geliştirebilen tek ülke oldu.
1954 senesinde, ölümünden bir yıl önce, bu hususta arkadaşı Linus Pauling’e şunları söylemiştir. “Hayatımda tek bir büyük hata yaptım. Başkan Roosevelt’e atom bombası tavsiyesini yapmak. Ama yine de bir nedeni vardı. Almanların önceden yapması tehlikesi”.
18 Nisan 1955 tarihinde iç kanama geçiren Albert Einstein, İsrail’in kuruluşunun 7. yıl dönümü sebebiyle bir televizyon konuşmasının taslağını hazırlıyordu ama bitiremeden yaşamını yitirdi.
Einstein cerrahi operasyonu şu sözlerle reddetti, “İstediğim zaman gitmek istiyorum. Hayatı yapay bir biçimde uzatmak tatsız. Ben payımı kullandım, şimdi gitme zamanı ve bunu zarif bir biçimde yapmak istiyorum”. 76 yaşında, Princeton Hastanesi’nde öldü.
Otopsisi sırasında Princeton Hastanesi patolojisti Thomas Stoltz Harvey o gece nöbetteydi ve Einstein’ın ölüm nedenini belirlemesi gerekiyordu. Beyni kafatasından çıkardıktan sonra kendi kendine “Bu dünyamız ile ilgili her şeyi değiştiren beyindir” demiştir.
Einstein öldükten sonra vücudunun putlaştırılarak tapılmasını istemiyordu. Fikirlerine ve bilime olan katkısına odaklanması gerektiğine inanıyordu. Bunun için ailesi aracılığıyla öldükten sonra yakılması düşüncesi ortaya atıldı. Harvey bedeni yakılması için hazırladı. Beyni ise kendi sefer tasına koydu ve evine götürdü. Böylelikle Einstein’ın beyni çalınmış oldu.
Beyni çalınan Einstein’ın ailesi şoktaydı. Hükumet yetkileri ve Harvey’in meslektaşları ise çileden çıkmıştı. Herkes beynin iade edilmesini istiyordu fakat Harvey bunu kabul etmedi. Bu nedenle de işinden oldu. Lakin Harvey beyni bilimsel araştırmalarda kullanılacağına yemin edince, ailesi bu isteğinden vazgeçti. Daha sonra Einstein’ın kalıntıları ailesi aracılığıyla yaktırıldı ve külleri bilinmeyen bir yere serpildi.
Einstein’in beyni ise Harvey aracılığıyla 1985 yılına kadar yaşamının anlamı oldu ve bu seneda beynin bir kısmını o senelerda beyinle uğraşan bir uzmana gönderdi. Gönderdiği uzman aracılığıyla bulunanlar ise basında bir sansasyona yol açtı. Çalışmalar Einstein’ın beyninde bulunan ve beyin nöronlarını besleyen glial hücrelere odaklanmıştı. Einstein’ın beyninde normal bir insana nazaran daha fazla glial hücre yer alıyordu. Lakin bu hususta bilim adamları farklı fikirler ortaya attılar.
Einstein’ın beyni 53 yıl sonunda çalındığı Princeton Hastanesi’ne geri döndü. Harvey bundan 3 yıl sonra yaşamını yitirdi.
Albert Einstein Bilimsel Çalışmaları
Özel Görelilik Kuramı
19. yüzyılın sonlarında Michelson-Morley deneyi, ses ve başka dalga hadiselerinın tersine, ışık hızının referans sistemine göreceli olmadığını göstermişti. O zamanda sesin hava aracılığıyla yayıldığı gibi ışığın da esir denen gizemli bir ortamda yayıldığı düşünülüyordu.
Einstein, ışık hızının sabit olduğunu ve ışığın yayılması için esir ortamının gerek olmadığını ve mekan zaman ve hareketin izafi olaylar olduğunu düşündü. Çalışmalarının sonucuna varırken iki ilkeyi varsaydı: görelilik ilkesi sabit hızla hareket eden bütün gözlemciler için geçerlidir ve ışığın hızı bütün gözlemciler için c’dir. Einstein’ın kuramı ile sabit hızla hareket eden iki gözlemcinin matematik hesap ile aynı olayın gözlemcilere göre yer ve zamanı belirlenebiliyor. Bu kuram, Newton’un her yerde aynı işleyen, herkes için aynı “mutlak zaman” düşüncesini yıkıyordu. E=mc² düşüncesinin kökeni bu kuramdır.
Genel Görelilik Kuramı
Özel görelilik kuramı düzgün, doğrusal ve ivmesiz hareket eden sistemlerle sınırlıydı. Genel görelilik kuramı ise birbirine göre ivmeli hareket eden sistemleri de kapsıyordu. Birinci kuram, kapsamı daha kapsamlı olan ikinci kuramın özel bir hali sayılabilir.
Genel görelilik, gravitasyon kavramına yeni bir bakış açısı getirdi. Klasik mekanikte gravitasyon, kütlesel nesneler içinde çekim gücü olarak algılanıyordu. Misal verilecek olursa dünyayı yörüngede tutan, kütlesi daha büyük Güneş’in çekim gücüydü. Genel görelilik kuramına göre ise gezegenleri yörüngelerinde tutan, yörüngenin olduğu uzay kesiminin Güneş’in kütlesel etkisinde kavisli bir yapı oluşturmasıdır. Genel kuram bunun bunun yanında gravitasyon ile eylemsizlik ilkesini “gravitasyon alanı” adı altında birleştirdi.
Albert Einstein, enerjinin ışık hızının karesiyle maddenin kütlesinin çarpımına eşit olduğunu bularak kendisine kadar süregelen bir yargıyı yıkarak bilim dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Ondan öncesinde kütle ile enerji içinde bir bağlantı kurulmamıştır ve ayrı olgular oldukları varsayılmıştır. 19.yüzyılda kimyagerlerin hassas aygıtları olmadığı için kimsenin dönüşüm sonrası kütle kaybından haberleri yoktu. Basit tepkimeler sonrası bir araya gelen kütle kaybı fark edilememişti. Einstein ise bütün bilinenleri yıkarak çağdaş bilimin temel taşlarını atmıştır. Ona göre her şey enerjidir, yani maddeler de çok yoğun enerjilerdir. Kimyasal reaksiyonlar sonrası ufak de olsa kütlenin bir kısmı enerjiye dönüşmektedir. Bu durumu açıklamak için eşitliğin az farklı formülasyonu E=mc² ilk defa Albert Einstein aracılığıyla 1905’de ünlü makalelerinde yayımlanmıştır. Aynı yıl önermiş olduğu özel görelilik kuramının bir sonucu olarak türetmiştir.
Fotoelektrik Etki
Einstein öncesinde ışık, kimi bilim adamları aracılığıyla tanecikler akımı, kimileri aracılığıyla da dalga devinimi olarak nitelendirilmişti. 19. yüzyılın başlarında Young ile başlayan, Augustin Fresnel ve ardından Michael Faraday ve James Clerk Maxwell’in çalışmalarıyla pekişen deneyler dalga kuramına belirgin bir üstünlük sağlamıştı. Einstein’ın fotoelektrik çalışması, bu gelişmeyi tersine çevirmiş, hem de Max Planck’ın 1900’de ortaya sürdüği kuantum teorisini de çarpıcı bir biçimde doğrulamıştır.
Üzerine ışık düşen bazı maddeler elektron salıyorlardı. Parlak ışıklar daha fazla elektron salıyor fakat enerjileri artmıyordu. Sarı ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyorlardı. Klasik fizik bu durumu dalga kuramı ile açıklayamıyordu. Einstein bu probleme Planck kuramını uyguladı. Sonradan foton adı verilen belirli enerjili bir kuanta, maddenin atomu aracılığıyla soğrulmakta, böylece belirli enerjide bir elektron atomdan alınmaktadır.
Einstein bu çalışması ie, 1921 senesinde Fizik Nobel Ödülünü elde etmiştir.
Brown Hareketi ve İstatistiksel Fizik
1850’lerde İngiliz botanikçisi Robert Brown, mikroskoplarla polenleri incelerken, taneciklerin su içinde rastgele sıçramalarla devinim içinde olduğunu gözlemledi; fakat bu gözlem 1905’e dek açıklamasız kaldı. Molekül kavramı yeni değildi; fakat en kuvvetli mikroskop altında bile görülemeyecek kadar ufak olan moleküllerin varlığı, ilk kez bu açıklamayla ispatlanmış oldu.
Brown’a göre asıltının içinde olduğu su, Maxwell ve Boltzman kinetik kuramı çerçevesinde hareket eden moleküllerden oluşuyorsa asıltı parçacıklar gözlendiği gibi titreşirler. Su içindeki bütün cisimler her yönden ve sürekli olarak olarak moleküllerle itilirler.
Einstein hareket ile molekül büyüklüğü içindeki matematik ilişkiyi saptamış ve böylece molekül ve atomların ne kadar büyük olduğunu hesaplamak olabilecek olmuştu. Bu bilgilendirmeden üç yıl sonra Perrin, Brown hareketi üzerinde deneyler yaparak Einstein’ın hesaplarını doğruladı.
Bose-Einstein İstatistiği
Einstein ve Hintli fizikçi Nath Bose, 1925’te yoğun bir gaz kütlesinin mutlak sıfır sıcaklığına düşürüldüğünde, atomlar kendi detaylarını kaybedecek, bir bütün halinde dev bir tek atoma dönüşecekleri sonucuna vardılar. Bose’un fotonlar için kullandığı metotları ayırt edilemez parçacıklar için genelleştiren Einstein, yaptığı çalışmalarda etkileşmeyen parçacıklardan bir araya gelen bozon gazının tek bir kuantum durumuna yoğuşabileceğini göstermiştir.
Kuantum Fiziği ve Belirsizlik İlkesi
1930 senesinde belirlenemezlik ilkesinin zaman ve enerjinin aynı anda ve doğru olarak saptanamayacağı manasına geldiğini fakat bunun bir deney ile geçersizliğinin gösterilebileceğini açıklıyordu. Bunu dinleyen Niels Bohr, uykusuz bir geceden sonra Einstein’ın düşünüşündeki hataları bularak “belirlenemezlik ilkesinin” sıklıkla kabulünü sağlıyordu.
Albert Einstein ve Niels Bohr Tartışmaları
Fotoelektrik olayını açıklayan Einstein kuantum kuramının gelişimine büyük katkıda bulunmuştu ama kuramın geliştiği yönden hiç tatmin değildi. Werner Heisenberg’in belirlenemezlik ilkesini kabul etmiyor, tanrı zar atmaz diyordu. Niels Bohr da kuantum kuramının gelişmesinde önemli rol oynamış fizikçilerden birisiydi ve Einstein’ın bu fikirlerine katılmıyordu. Einstein ve Niels Bohr içinde birbirine saygılı bir biçimde, dostça bir tartışma sürdü. Einstein çeşitli düşünce deneyleri ile kuantum kuramının belirlenemezlik ilkesini çürütmeye çalışıyordu fakat Niels Bohr bu eleştirilere tutarlı yanıtlar vererek Einstein’ı ve dünyayı ikna ediyordu. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği düşüncesini savunmaya başlamıştır.
1927 senesinde Solvay Konferansında Einstein ile Bohr içinde geçen o sıcak tartışmaların özünde temel kuram ve yasalar bulma saplantısı, yani son bilgi saplantısı yatıyordu. Bu çaba mutlak olanı bulma çabasıydı.
Einstein evrenin sabit olduğunu düşünüyordu ve parametreler içindeki çelişkiyi çözmek için kuramına kozmolojik sabit eklemişti. Einstein sonradan belirsizlik ilkesini çürütmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve kuantum mekaniğinin fiziksel gerçekliği anlatmakta yetersizliği düşüncesini savunmaya başlamıştır. Daha sonra evrenin sürekli olarak genişlediği anlaşılınca Einstein bu sabiti “en büyük hatam” olarak nitelemiş ve denklemlerinden çıkarmıştır.
Einstein, Princeton’da fizik çalışmalarını sürdürirken, genel göreliliği elektromanyetik kuramına bağlayan bir birleşik alan kuramı üzerinde çalışmış ama başarılı olamamıştır….
Albert Einstein Politik Görüşleri
Einstein Almanya’da doğmuş bir Yahudi vatandaşı olarak Nazilerin yükselişi, iktidarı ve Holokost zamanında yaşamıştı. Bu nedenle ABD’ye göç etmiş ve büyük bir Nazi zıtı görüş geliştirmiştir. Bilim adamlarına Nazi baskısının artması üzerine 1933 senesinde Atatürk’e mektup yazarak Türkiye’ye kabul edilmelerini istemiştir. Bunun neticesinde gelen yüzlerce bilim insanı Türk Üniversite’lerine büyük katkı sağlamıştır. Yine ABD başkanına mektup yazarak ABD’nin Almanya’dan önce nükleer silah geliştirmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Yahudilerin kendi ülkelerine sahip olması gerektiğine inanmış ve İsrail’in kuruluşunu desteklemiştir. Ama bu devletin sınırları ve bir ordusu olmasına karşı çıkmış ve Araplar ile birlikte iki uluslu bir ülke olması gerektiğini savunmuştur.
Einstein, sosyalizm ile ilgili övgü dolu sözler söylemiş ve bütün dünyanın tek bir hükümet altında toplanması düşüncesini ifade etmiştir. Soğuk Savaş’ın başlaması ile ABD’deki anti-komünist politikalarını ifade özgürlüğünü kısıtlayacak derecede olmaları sebebiyle eleştirmiştir. Kendisi bunun bunun yanında Bertrand Russell ile birlikte bir anti-nükleer manifesto yayınlamıştır.
Niçin Sosyalizm yazısında kapitalizmi şu biçimde eleştirmiş ve sosyalizmi savunmuştur.
“ Bana kalırsa kapitalizmin en büyük kötülüğü bireylerin sakatlanmasıdır. Tüm eğitim sistemimiz bu beladan muzdariptir. Gelecekteki kariyerine hazırlanmak için açgözlü bir biçimde başarıya tapmak üzere eğitilmiş öğrenciye abartılı bir rekabetçi yaklaşım aşılanır. Ben bu korkunç beladan kurtulmanın tek yolu olduğuna eminim. Bu yol, toplumsal hedefler ışığında yönlendirilmiş bir eğitim sisteminin eşlik ettiği sosyalist ekonominin inşasıdır. Böyle bir ekonomide toplumun kendisi üretim araçlarının sahibidir ve üretim araçları planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planlı bir ekonomi işi çalışabilir durumda olanlara dağıtır ve erkek, kadın, çocuk herkesin geçimini garanti eder. Bireyin eğitimi, doğuştan sahip olduğu kabiliyetlerin geliştirilmesinin yanında, günümüz toplumundaki güç ve başarının yüceltilmesi yerine, bireyin içinde etrafındakilere karşı sorumluluk hissi geliştirmeyi hedefler. ”
Albert Einstein Dini Görüşleri
Einstein çeşitli röportajlarında ve mektuplarında Museviliğe inanmadığını ve bütün dinleri çocukça batıl inançlar olarak gördüğünü söylemiştir. Kendisi dinlerin çocukça ve batıl inançlardan bir araya gelen boş inançlar olduğunu belirtmiştir. Lakin kendisini bir ateist veya panteist olarak tanımlamayıp, değişik zaman dilimlerinde agnostik yahut deist görüşler belirtmiştir. Katı bir determinizme inanan Einstein, evrenin yasalarını anlamayı bir tür dini duyguya benzetmiştir.
50. yaş gününde, George Sylvester Viereck’e verdiği bir röportajda tanrı ve din ile alakalı fikirlerini şu biçimde özetlemiştir:
“ Ben bir ateist değilim. Kendime bir panteist diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, birden fazla değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren ufak bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir biçimde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, fakat bu kanunları çok bulanık bir biçimde anlayabilmekteyiz. ”
Albert Einstein, birden fazla popüler kültür ürünü için konu yahut bir ilham kaynağı olmuştur.
Einstein’ın 72. yaş gününde, UPI fotoğrafçısı Arthurr Sasse kendisini kameraya karşı gülümsetmeye çalışıyordu. Einstein o gün defalarca kameralara gülümsedikten sonra bu sefer dilini çıkardı. Bu fotoğraf Einstein’ın en ünlü fotoğraflarından biri olmuştur. 19 Haziran 2009’da orijinal fotoğraf bir açık arttırmada 74,324 dolara satılmış ve Einstein’ın fiyatı yüksek fotoğrafı olmuştur.
1999’da, ileri gelen fizikçiler Einstein’ı tarihin en büyük fizikçisi seçmişlerdir. Einstein kelimesi, dahileri tanımlamak için kullanılan bir kelimeye de dönüşmüştür.
Einstein bunun bunun yanında kurgu eserlerde çılgın bilimadamı tipleri için de bir model olmuştur. Aşırı ifadeli suratı ve farklı saç modeli çoğunlukla taklit edilmiş ve abartılmıştır. Time dergisinin yazarı Frederic Golden’a göre Einstein “bir çizgi romancının gerçeğe dönüşmüş hayaliydi”.
1920 Görelilik; Özel ve Genel Kuram: Popüler Bir Yorum
1921 Görelilik’in Anlamı
1924 Tek Atomlu Đdeal Gazların Kuantum Kuramı
1926 Brown Hareketi Kuramı Üzerine Araştırmalar
1930 Siyonizm Hakkında
1933 Niçin Savaş
1934 Gördüğüm Kadarıyla Dünya, Denemeler
1934 Felsefem
1938 Fiziğin Evrimi (Leopold Infield ile)
1949 Otobiyografik Notlar, Denemeler
1950 Denemeler