Albert Schweitzer, 14 Ocak 1875 senesinde o zamanlarda Almanya’nın şimdilerde ise Fransa’nın bir parçası olan Alsace’da, bir papazın oğlu olarak dünyaya gözlerini açtı.
Schweitzer, Jean-Paul Sartre’in annesinin kuzenidir. Küçük yaştan bu yana orga karşı büyük tutkusu ve kabiliyeti vardı, Avrupa’nın en iyi orgçuları aracılığıyla eğitildi; zamanla org yapımı hususunda dünyanın en iyi uzman kişilerından birisi oldu.
Schweitzer, 1893’te Strasbourg Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine başladı ve 1899’da doktorasını bitirdi. Aynı yıl Strasbug’daki St. Nicholas Kilisesi’nde din görevlisi olarak atandı.
Ertesi yıl teolojide doktorasını bitirdi ve çeşitli dini okullarda yöneticilik yaptı. 29 yaşına geldiğinde biri teoloji alanında, bir başkası Kant ile ilgili ve bir diğeri olan Bach’ın yaşam öyküsü ile ilgili olmak üzere üç kitap yazarak müzik, din ve felsefe alanlarında kıymetli katkılarda bulunmuştu; bunun bunun yanında org yapımı ile ilgili da eserler verdi.
Hep insanlığa doğrudan hizmet etmek için büyük bir istek duyan Schweitzer, 1904’te rastlantı sonucu Paris Misyoner Topluluğu’nun paylaşımı yaptığı bir dergide Fransız kolonisi Gabon’da çalışacak doktor arandığını okudu. Bu ilan üzerine yaptığı araştırma onu, “beyaz adamın” “siyah adama” yaptığı kötülükler ve haksızlıklar üzerine düşünmeye sevk etti. Uzun süredir kendini adayacağı bir insanlık hizmeti arıyordu. Yetimhane kurma ve benzeri girişimleri bürokratik önüne geçer yüzünden gerçekleşememişti. Misyoner çalışmalara hiçbir zaman ilgi duymamıştı; Afrikalılara vaaz vermeye niyeti yoktu fakat doktorluk yaparak beyaz adamın onlara verdiği zararı telafi etmeye çalışabilirdi. Afrika, o senelerda kara kıta olarak anılıyordu; Avrupa’dan Afrika’ya gitme yürekliliğini gösteren araştırmacı ve misyonerlerin çoğu orada hastalanarak yaşamını yitiriyordu. Buna rağmen Avrupa’daki rahat yaşamını terkederek Afrika’da doktorluk yapmaya karar verdi.
1905’te dostlarına ve akrabalarına yazdığı mektuplarda tıp eğitimi almaya başlayacağını ve istikametinin Afrika olduğunu dile getiriyordu. Bu değişikliğin nedenini ise artık elleriyle çalışmayı arzulaması, senelerdır sözcüklerle uğraşmaktan ve sevgi dininden söz etmekten bıkmışlığı, artık onu uygulamaya geçirmek isteği olarak açıklıyordu. Çevresi onun bu düşüncelerine olumsuz tepki verdi. Kendisini anlayan ve destek olan tek kişi o senelerda yakın bir arkadaşı olan Helen Bresslau idi.
Tüm itirazlara ve tepkilere rağmen Schweitzer 30 yaşında tıp eğitim hayatına başladı; 38 yaşında eğitimini bitirdi. Ne var ki tüm yaşamını Paris Misyoner Topluluğu’nun ilanındaki ihtiyaca yanıt vermek üzere yeniden düzenlediyse de vazifeye talip olduğunda geri çevrildi. Geri çevrilmesinin nedeni, onu bu vazifeye almanın Misyoner Topluluğu aracılığı ile Afrika’ya gitmek isteyecek ve yerlilerin kafasını karıştıracak başka liberaller ve radikal bireylere örnek olmasından duydukları endişe idi. Topluluk, bu gerekçe ile ona maddi destek olmayı reddetti. Bu tavır, Schweitzer’i senedirmadı. Bu sefer ücret karşılığı bu vazifeye talip olan bir doktor olarak değil de, kendi kaynakları ile profesyonel hizmetlerini sunan bir doktor olarak yeniden başvurmayı planladı. 1912’de Schweitzer ile evlenen, hemşire olarak kendini yetiştiren Helen Bresslau, gönüllü olarak ona eşlik edecek; hastane kurmak için gelir sağlama kampanyasını sürdürecek ve ilk 2 yıl tüm masrafları üstüne alacakti. Yardımcı olabilecek dostlarının listesini yaptılar. Eğer para toplayabilirlerse, topluluk kendilerine hiçbir masraf getirmeyecek projeleri için onları reddedemeyecekti. Sekiz yıl seyahat hazırlığı ile geçti. Üniversitedeki görevini bıraktı. Uzun dönemli konser anlaşmalarını iptal etti. Küçük bir arkadaş grubunun desteği ile çalışmalarını sürdürdü. Sonunda, çalışmalarının kesinlikle topluluğun misyonuna zarar vermeyeceğini kabul ettirebildi. 1913’te Gabon’daki Lambaréné’de bir hastane kurmak üzere eşi ile birlikte yola koyuldu.
Çift, sağlık hizmetleri vermeye bir tavuk kümesinde başladı, zamanla yeni binalar yaptı. Hastane yüzlerce hastaya hizmet verir duruma geldi. Lambaréné’e gelişlerinden 1 yıl sonra I. Dünya Savaşı başladı. Almanya vatandaşı olarak bu Fransız kolonisinde düşman kabul edilmekteydiler. Savaş esiri olarak Fransa’ya götürüldüler. Götürüldükleri yer ülkenin güneyinde, bir zamanlar akıl hastanesi olarak kullanılan ve ressam Van Gogh’un da intiharından önce 4 yıl kaldığı bir mekandı.
Schweıtzer ve eşi 1918’de Alsace’a dönebildiler ve 1919’un başında kızları Rhena dünyaya geldi. Alsace’da Schweitzer’in annesi, birlikte büyüdüğü birden fazla genç ölmüş, her yer yakılıp yıkılmuştı. Karı-koca Schwetzer’in ikisinin de sağlığı bozuktu; bir zamanlar yıldız öğretim üyesi ve öğrenci olduğu Strausbourg Üniversitesi’nde Schweitzer’i hatırlayan yoktu ve maddî açıdan zor durumdaydılar. Ne var ki İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde onu hatırlayan birisi çıktı ve 1920’de ders vermek için ailesi ile birlikte İsveç’e gelmek üzere bir davet aldı. Orada, 1915’te geliştirdiği yaşama saygı felsefesini ile ilgili ilk defa resmi konuşma yaptı. “İnsanın ahlakı insanla bitmemeli, evrene yayılmalıdır; bir parçası olduğu büyük hayat zincirinin yeniden farkına varmalıdır. Tüm varlığın bir değeri olduğunu anlamalıdır. Hayat, bencil yahut düşüncesizce hareketler sebebiyle yok edilemeyeceği gibi daha yüce bir değer yahut amaç için de feda edilemez.”
İsveç’te Afrika tecrübelerini anlatan bir konuşma turu yapmak teklifi alması üzerine borçlarını ödeyebildi ve bu hususta bir kitap yazarak Afrika’ya yeniden dönecek parayı kazandı. Lakin 1924’te Afrika’ya döndüğünde sağlık durumu iyi olmayan eşi ile kızı ona eşlik edemediler, fakat sık yazışmalarla ilişkilerini sürdürebildiler. Çocukluğunda babasını pek az görebilen Rhena, büyüyüp kendi çocukları olduğunda onlarla birlikte Afrika’ya gitti ve hastanenin laboratuvarında babası ile birlikte çalıştı. Rhena, babasının ölümünden sonra da hastanenin yönetimini üstlendi. Hastanede gönüllü çalışan Amerikalı doktor David Miller ile evlendi ve 1997’de ölümüne kadar Georgia kırsalında onunla yaşadı.
Dr. Schweitzer’in ünü seneler içinde artmıştı ve birden fazla gazeteci ve meraklı onun çalışmalarını görmek için Lambaréné’e gitmişlerdi. Ziyaretçilere herkesin kendi Lambaéné’sini bulması gerektiğini dile getirdiği rivayet edilir. Dr. Schweitzer, 1953 senesinde 1952 Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Ödülü aldıktan sonra, ömrünü politikadan uzakta geçirmeye çalıştıysa da nükleer silahlanma ve Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanma hadiselerindan duyduğu hastalık onu bu konuyu araştırmaya ve dostlarının da teşviki ile 1957 Bilinç Deklarasyonu adlı dünyaca ilgi gören deklarasyonunu yayınlamaya yöneltti. 1958’de ise “Barış mı yoksa Atom Savaşı mı?” adlı bir kitap yazdı.
Albert Schweitzer, 4 Eylül 1965 tarihinde öldü. Hastanenin bahçesine gömüldü. Öldüğünde hastanesi 72 binalı 600 yataklı 6 doktor ve 35 hemşireli bir hastane olmuştu..