Aristoteles, (M.Ö. 384-322) şimdilerde Athos tepesi olarak adlandırılan tepenin yakınlarında ufak bir Makedonya kenti olan Stageira’da, Makedonya kralı II. Amyntas’ın hekimi olan Nikomakhos’un oğlu olarak dünyaya geldi.
M.Ö. 366’da, Platon’un Atina’daki akademisine (Akademeia) girmesiyle en göz alıcı çömezlerinden biri olur. Tütör yahut yardımcı hoca olarak çalıştığı zamanda, okuma tutkusuyla tanınır.
Daha sonra Akadmeia’daki öğretime kendisi de katkıda bulunur: kimi zaman Platoncu savları rakip Isokratos okuluna karşı savunmak için geliştiren, hatta farklı zamanlarda da Evdamos veya Can üzerine (Peri tes Psykhes) yazılarında olduğu gibi, bu tezleri büyükseyen diyaloglar yazar. Gryllos yahut Retorik üzerine Aristoteles’in diyalog yazarlığı dönemine aittir.
Platon M.Ö. 347′de öldüğünde, Akademeia’nın başına ardılı olarak Spevsippos’u atamıştır. Antik Çağ’dan bu yana yaşam öyküsü yazarları Platon’un bu seçiminde Aristoteles’in Akademeia’yı terk etmesinin asıl nedenini görüyorlar. Aritoteles’in minimumından Spevsippos’a karşı kalıcı bir garez duyduğunu bilinmekte. Aynı yıl, belki de ustasının teşvikıyle, Ksenokratos ve Theophrastos ile bugün Biga Yarımadası olarak anılan Troas bölgesindeki Assos kentine gönderilir. Orada Tiran Atarnevs’li Hermias’ın siyasî danışmanı ve dostu olur. Aynı esnada, özgünlüğünü daha o zamandan belli eden bir okul kurar. Bu okuldaki girişimleri içinde yaşambilim üzerine çalışmaları yer alır. M.Ö 345-344 senelerında, belki de Theophrastos’un daveti üzerine, komşu Lesbos (Midilli) adasının Doğu kıyısındaki Mytilene (Midilli) kentine varır. 343′te Pella’daki (Bugün Ayii Apostili) Kral Makedonyalı Philippos’un sarayına, oğlu İskender’in eğitimini üstlenmek üzere çağrılır. 341 senesinde Perslerin eline düşen Hermias’ın feci sonunu Pella’da öğrenir, anısına bir ağıt düzer. Gerek Pella’da ikamet ettiği sekiz senelik dönem, gerek eğitmenlik vazifesinin içeriği ile ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Philippos’un ölümüyle M.Ö. 335 İskender tahta oturur. Aristoteles, Atina’ya dönüp Akademeia’ya rakip olarak Lykeion’u, veya diğer adıyla Peripatos ‘u (öğrencileriyle içinde dolaşarak tartıştıkları bir tür çevresi sütunlarla çevrili avlu veya galeri) kurar. Lykeion’lulara verilen Peripatetikoi adı buradan geliyor. Burada on iki sene ders verir. M.Ö. 323′te Büyük İskender’in bir Asya seferi esnasında ölmesi üzerine Atina’da Makedon zıtı bir tepki dalgası peydah olduğu vakit, aslında Makedonculuk zannı taşıyan Aristoteles’e karşı, dine saygısızlık davası açılması söz konusu olur. Bir ölümlüyü anısına bir ilâhi yazarak ölümsüzleştirmekle itham edilir. Bunun üzerine Aristoteles, Sokrates’in yazgısını paylaşmak yerine Atina’yı terk etmeyi seçer: kendi deyişiyle, Atinalılar’a “felsefeye karşı ikinci bir suç işlemeleri” fırsatını tanımak istemez. Annesinin memleketi olan Eğriboz (Evboia) adasındaki Helke’ye Khalkis sığınır. Ertesi yıl M.Ö. 322′de, altmış üç yaşında ölür.
Aristoteles Eserleri
Aristoteles’in yazıları iki kümeye ayrılır:
1. Aristoteles aracılığıyla yayımlanan, fakat bugün yitmiş yazılar;
2. Aristoteles aracılığıyla yayımlanmamış, hatta yayına yönelik de kaleme alınmamış, buna karşın de toplanıp muhafaza edilmiş yazılar.
”Yitik Aristoteles”
İlk kısım yazılar, “dışrak yapıtlar” olarak adlandırılırlar. Dışrak, yani ἐξοτερικά terimini Aritoteles kendisi Lykeion’dan daha kapsamlı bir okuyucu kitlesine yönelik eserleri için kullanıyor. Bu yapıtlar, diğer bir çok Eskiçağ metni gibi Milât’ı izleyen ilk asırlarda yitirilmiştir. Gerçi bu yapıtların minimumından başlıklarını, Aristoteles’in yapıtlarının adlarını mahfuz listelerden biliyor, sonrasında gelen yazarların kaleme aldıkları taklit yapıtlardan ve yaptıkları alıntılardan da içerikleri ile ilgili muğlak da olsa bir fikir edinebilinmekte.
Bu yapıtlar, yazınsal şekilleri itibariyle, Platon’unkilerle mukayese edilebilir nitelikteler ve aralarından birçoğunun diyalog biçemleri takip edilerek yazılmış olduklarını düşünmemize yol açacak nedenler var. Cicero, Aristoteles’in stilinin “pürüzsüzlüğü”nü övüp yazısının akışını “altın bir ırmak”a benzetirken (Topikler I, 3; Acad., II, 38, 119) hiç şüphesiz bu yapıtlara göndermede yer alıyordu. Ne var ki bir asırdır belli bir ölçüde yeniden oluşturulmaya çalışılan içeriği felsefe tarihçileri için sorun teşkil etmeye sürdürmekte. Bunun en temel nedeni, “Yitik Aristoteles” külliyatının, korunan metinlerden anladığımız Aristotelesçilik’le yakında zamandan uzaktan bir ilgisi olmaması; büyük ölçüde Platoncu temaları geliştiriyor, hatta arada bir de ustasının çalışmalarıyla aynı doğrultuda kalmak kaydıyla daha öteye giden savlar sunuyor (Bu çizgide, örneğin Evdemos veya Ruh Üzerine diyalogunda, ruhla beden içindeki bağları doğa zıtı bir birliktelik olarak nitelendirip, Tyrrhen korsanlarının tutsaklarına diri diri bir cesede bağlayarak yaptıkları işkenceye benzetiyor). Aristoteles’in yayıma yönelik olmayan eserlerinde eski Platoncu dostlarını eleştirdiğini fark ettiğimizde, acaba iki ayrı hakikat mi güttüğü sorunu depreşmeye başlıyor: bir büyük kitlelere yönelik “dışrak” (eksoterik) hakikat rejimi, bir de Lykeionlu öğrencilere münhansır “içrek” (esoterik) bir rejim. Lakin bugün yaygın kanı olarak bu yapıtların bir yerde Aristoteles’in hâlen Akademeia’ya mensup, yani Platon etkisi altında olduğu döneme ait gençlik yazıları olduğu da düşünülüyor. Hatta bu fragmanlar örneğin Jaeger gibi genetik Aristoteles okumaları yapan yorumcular için Aristoteles’in düşüncesinin evrimleşmesinin ilk noktasını tayin etmeğe kullanılmıştır.
Bu yitik yapıtların başta gelenleri şunlardan oluşmaktadır:
Evdemos veya Ruh Üstüne (Platon’un Phaidon’unun izinde), Felsefe Üzerine (Metafizik’in kimi temalarının farkına varabildiğimiz bir tür tutum ibrazı yazısı), Protreptik (felsefî hayata teşvik), Gryllos veya Retorik Üzerine (Isokrates’e karşı), Adalet Üzerine (Politika ‘nın bazı temaları burada kendilerini belli ediyorlar), Asalet Üzerine, bir Şölen, vb.
Aristoteles Korunan Eserleri
İkinci küme Aristoteles’in büyük olasılıkla Lykeion’daki derslerini vermek için kullandığı notlardan ibaret bir yığın elyazmasından oluşuyor. Bu yapıtlara esoterik (içrek) hatta daha doğru bir anlatımla akroamatik (yani sözel öğretime yönelik) adı veriliyor. Eskiçağ’dan bu yana bu elyazmalarının ahlafa nasıl intikal ettiği üzerine romansı bir anlatı yayılmış (Plutarkhos, Sylla’nın Yaşamı, 26; Strabon, XII, 1, 54). Aristoteles ve Theophrastos’un elyazmaları, Theophrastos aracılığıyla eski okul arkadaşı Nelevs’e bırakılmış; Nelevs’in cahil vârisleri Skepsis’te bir mağaraya gömmüşler metinleri, elyazmalarını Bergama krallarının kitapsever açgözlülüğünden kurtarmak için; uzun zaman sonra, M.Ö 1. yüzyılda, bunların torunları yazmaları altın pahasına Peripatetisyen Teoslu Apellikon’a satmışlar. Apellikon bunları Atina’ya götürmiş. En son, Mithridates’le savaştığı sırada Sylla Appellikon’un kitaplığını ele geçirip Roma’ya taşımış. Orda da bu kitaplık Tyrannion aracılığıyla satın alınmış: Lykeion’un son skholarkh’ı (okul yöneticisi) Rodoslu Andronikos MÖ 60 civarında Aristoteles’in ve Theophrastos’un akroamatik eserlerinin ilk redaksiyonunu yayımlamakta kullanacağı nüshaları ondan almış.
Bu anlatı pek tutarlı gözükmüyor. Zira Aristoteles’in ölümünden sonra kesintisiz olarak etkinliğine devam eden Lykeion’un nasıl olup kurucusunun el yazmalarını yitirmiş olabileceğini anlamak güç. Herhâlükârda Aristoteles’in yapıtlarının ilk önemli yayımı Andronikos’unki. Aristoteles’in yapıtları fakat Andronikos’la birlikte, yani filozofun ölümünden üç asır kadar sonra, asıl mesailerine ekranlara gelecek, üzerlerine sayısız şerh yazılacaktır. Bugün Aristoteles’in metinlerini, Andronikos’un onlara verdiği biçimde ve sıklıkla da yine Andronikos’un koyduğu başlıklar altında okuyoruz.
Bu olguların yapılan yorumların akıbetiyle olan ilişkisi gözardı edilemez nitelikte. Nitekim, bundan şu çıkıyor ki, bugün Aristoteles’in kitapları olarak tanıdığımız yazıların hiçbiri Aristoteles’in kendisi aracılığıyla neşredilmemiş. Aristoteles, örneğin “Metafizik”in değil; felsefe tarihinde nedenler teorisi, temel felsefî kuvvetlikler, çokmanalılık, edim ve güç, varlık ve öz, tanrı gibi konular üzerine yazılmış bir düzine kadar kısa incelemenin yazarı. Editörler ardındanları bu risaleleri bir araya getirip, Aristoteles de bu hususta istemli bir ipucu vermediği için, kısmen keyfî Metafizik başlığı altında toplamışlardır. Bundan ötürü hem Metafizik’in ve hem Aristoteles’in diğer yapıtlarının çoğunlukla birbirindminimum çok bağımsız, açıkça kavranabilir bir ilerleme sunmayan, kimi yinelemeler ve hatta arada bir de çelişkiler içeren bir etütler topluluğu olarak ortaya çıkmasına şaşırmamalıyız. Yalnız tabiî ki, bu yazıları bitmemiş halleriyle umuma olabileceken hiçbir zaman sunmayacak olan Aristoteles’e bu yüzden serzenişte bulunmak isabetsiz olur.
Bunun yanı sıra, Andronikos’un, sözü geçen risaleleri, hem lojik bir sıra, hem de didaktik endişelar güden bir dizim içinde gerçekleştirdiğini göze çarpıyor (örneğin mantığın, yani bilgiye yazılmış propedötiğin, kendiliğinden bilimsel olarak nitelendirebileceğimiz incelemelerden; fiziğin de metafizikten önce gelmesi gibi…) Bu sistematik sıralamayı, eleştirellik endişesı taşımaksızın kabul ettiğimizde bir takım terslikler de ortaya çıkmıyor değil: risalelerin kronolojik, yani kaleme alınma sırasının kaçılınmaz olarak yerine geçen bu sıralamanın, Aristoteles külliyatının gayri şahsî bir bütün olarak tespitine az katkısı olmadığını gözlemliyoruz. Aristoteles felsefesine yorumcular aracılığıyla çok fazla atfedilen sistematik karakter, büyük ölçüde eserlere bütünüyle dışlak bir neşrî keyfiyetten doğmuş oluyor, bir taraftan da bu düşüncesi saklanmış yapıtların eğitselliği kuvvetlendiriyor.
Bir yorum çalışması, bu metinlerin yalnız didaktik maksadını değil, bunun yanı sıra Aristotelesçi eğitimin, örneğin Sokratesçi gelelenekteki monologlu değil de diyaloglu eğitiminden ayrışan, kendine özgü niteliklerini de göz önünde bulundurmalıdır. Aristotelesçi eğitimde karşımızdaki yazarın tutumu, çömezleriyle diyalog halinde bir ustanınki olmasa da, gene de bir ustanın zihninde ve eserinde diyalog halinde olan, çoğu zaman geçmiş filozoflardan alıntılanmış, düşüncenin huzuruna çıkartılmış tezler. Böylelikle, Aristoteles’in yapıtlarında, bir doktrinin dogmatik sunumuna değil, kuvvetlikler ve çelişkiler içinden kendine neden olan, farklı zamanlarda büyük zahmetle yolunu arayan bir hakikatin oluşumuna tanık oluyoruz. Aristoteles’in incelemelerinde bi hayli az sayıda tasımla karşılaşmamıza, bu incelemelerin silojistik üslupta değil de Aristoteles’in de dediği gibi “diyalektik” bir strüktürle tertiplenmiş olmasına öyleyse şaşmamalı: “diyalektik”, yani bir diyalog misali terakki eden, pro ve kontra argümanlar içinde gidip gelen.