Charles Darwin, 12 Şubat 1809 senesinde İngiltere’nin Shropshire bölgesindeki Shrewsbury kasabasında, Robert ve Susannah Darwin’in 5. çocuğu olarak The Mount’ta dünyaya geldi.
Babası Robert Darwin ve baba aracılığıyla dedesi Erasmus Darwin, ünlü doktorlardı. Annesi ise zengin bir çömlek imalatçısı olan Josiah Wedgwood’un kızıydı. Darwin Temmuz 1817’de, halen sekiz yaşındayken, annesini kaybetti. Eylül 1818’de ise Shrewsbury Okulu’nda yatılı öğrenci olarak eğitime başladı.
1825 senesinde mezun olan Darwin, bir süre babasının yanında stajyer doktor olarak çalıştıktan sonra İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin tıp fakültesine yazıldı. Lakin cerrahlığa bir türlü ısınamadı ve tıp derslerini boşlamaya başladı. Okulda çalışan Guyana kökenli azledilmiş bir köleden hayvan doldurma sanatını öğrendi. Doğa tarihiyle ilgilenen öğrencilerin kurduğu Plinius Topluluğu’na (Plinian Society) katıldı. Öğretmeni Robert Edmund Grant’ten Jean-Baptiste Lamarck’ın evrim teorisini öğrendi ve Grant ile birlikte deniz canlılarını inceleyip ortak atalardan evrilme teorisini destekleyen homoloji (farklı canlı türlerinde aynı temel yapıya sahip organların bulunması) emsallari buldu. Bir başka öğretmeni olan Robert Jameson’dan ise jeoloji ve bitkilerin sınıflandırılması üzerine dersler aldı, Edinburgh Kraliyet Müzesi’nin bitki koleksiyonunu düzenlemede Jameson’a yardımcı oldu.
Darwin’in tıp eğitimini iyice boşladığını farkeden babası, 1827’de onu Edinburgh’dan alarak Cambridge Üniversitesi’ne bağlı Christ’s College’a yazdırdı. Darwin’in teoloji okuyup bir din adamı olmasını bekliyordu. Darwin, teolojide tıbba kıyasla daha başarılı olsa da (özellikle teolog William Paley’nin, canlıların karmaşıklığını üstün zekalı bir yaratıcıya bağlayan yazılarını beğeniyordu), asıl ilgi alanı hâlâ doğa tarihiydi. Kuzeni William Darwin Fox ile birlikte böcek toplamaktan hoşlanıyordu. Böceklere olan ilgisi aracılığıyla botanik profesörü John Stevens Henslow ile tanışan Darwin, bu profesörle yakın arkadaş oldu ve hem Henslow’un doğa tarihi dersine yazıldı, hem de ondan özel dersler almaya başladı. Kısmen bu dersler aracılığıyla, 1831’de 178 kişilik devresinde 10. olarak mezun oldu. Darwin 1831 yazını, jeoloji profesörü Adam Sedgwick ile birlikte Galler’in jeolojik katmanlar haritasını çıkararak geçirdi.
1831 sonbaharında Henslow, Darwin’i HMS Beagle gemisinin kaptanı Robert FitzRoy ile tanıştırdı. Beagle, Aralık 1831’de FitzRoy’un komutasında iki senelik bir Güney Amerika yolculuğuna çıkacaktı, ve kaptan yolda kendisine arkadaşlık edecek iyi eğitimli bir doğabilimci istiyordu. Henslow’un tavsiyesi üzerine FitzRoy, Darwin’i gemisine almayı kabul etti. Darwin’in babası önce bu uzun yolculuğa izin vermediyse de, kayınbiraderinin araya girmesiyle düşüncesini değiştirdi.
HMS Beagle’ın yolculuğu iki yerine beş yıl sürdü. Darwin, yolculuk boyunca çok çeşitli jeolojik oluşumlar, fosiller ve canlılar keşfetti ve bunlardan örnekler topladı. Fırsat buldukça Cambridge’e keşiflerini anlatan ayrıntılı mektuplar yazıyor, topladığı enteresan emsallari postalıyordu. Bunun yanında, kendisi uzakta olmasına rağmen, İngiliz doğabilimcileri içinde ünü epey yayıldı. Yolculuk boyunca tuttuğu günlüğüne, doğabilimsel keşiflerinin bunun yanında, karşı karşıya geldiğı değişik insan topluluklarıyla alakalı kültürel ve antropolojik gözlemlerini de yazıyordu. Bu günlüğü 1839’da The Voyage of the Beagle (Beagle Yolculuğu) adıyla yayımlayacaktı. Denizdeki yolculuğu boyunca defalarca ağır deniz tutması geçirmesine rağmen, hayvanbilim notlarının büyük kısmı denizde yaşayan omurgasızlarla alakalıdir, ilk notunun konusu durgun suda topladığı bir plankton kümesi ile ilgilidır.
Yolculuk Darwin için kolay olmadı. Deniz tutmasından fena biçimde etkilendi, Ekim 1833’te Arjantin’de ateşli bir hastalık geçirdi, Temmuz 1834’te ise And Dağları’ndan Şili’ye dönerken tekrar hasta oldu ve bir ay yataktan çıkamadı.
Yolculuğun başında Kaptan FitzRoy, Darwin’e Charles Lyell’ın Principles of Geology (Jeolojinin Prensipleri) adlı kitabını vermişti. Lyell bu kitabında jeolojik oluşumların, bugün de devam eden fazla yavaş süreçlerin etkisiyle, çok uzun çağlar neticesinde oluştuğunu savunuyordu. Darwin, Batı Afrika açıklarındaki Santiago adasında, yüksek volkanik kaya yamaçlarında mercan ve deniz kabuğu kalıntıları bulunca, bu yamaçların bir zamanlar deniz altında olduğunu, ve Lyell’ın dile getirdiği gibi çağlar boyunca ağır ağır yükseldiğini anladı. Darwin yolculuk boyunca birden fazla önemli jeolojik keşif yapacaktı. Patagonya’da gördüğü, deniz kabukluları ve çakıldan bir araya gelen geniş düzlüklerin yükselmiş sahiller olduğunu tahmin etti, ve Şili’de bir deprem sonrasında deniz düzeysi üzerinde kalmış midye yatakları gözlemleyince, kıyının deprem sonucu yükseldiğini anladı. Benzer biçimde, And Dağları’nın yamaçlarında, kumlu sahillerde yetişen ağaçlara ve deniz kabuklularına ait fosiller buldu, ve bu yamaçların zaman içinde yükseldiği sonucuna vardı. Ayrıca Hint Okyanusu’nda bol bol inceleme fırsatı bulduğu atollerin (mercan adalarının), deniz tabanından git gide artan volkanik dağların çevrelerinde oluştuğunu keşfetti.
Darwin Güney Amerika’da, soyu tükenmiş devasa memelilere ait fosiller buldu. Bu fosillerin olduğu katmanlarda modern deniz kabuklularına ait kalıntılar da vardı, yani bu memelilerin soyu yakın zamanlarda, herhangi bir iklim değişikliği veya felâket olmadan tükenmişti. Darwin bu hayvanların benzer Afrika ve Avrupa türleriyle akraba olduklarını düşündü, oysa İngiliz biyolog Richard Owen 1836’da bu hayvanların modern Güney Amerika türlerine çok daha yakın olduğunu gösterecek, ve Darwin’in kafasında şekillenmekte olan doğal seçilim düşüncesine bir destek daha yarayacaktı.
Principles of Geology’nin 1832’de çıkan 2. cildi, Güney Amerika’daki Darwin’e postalandı. Charles Lyell, bu ciltte evrim düşüncesine karşı çıkıyor, biyolojik türlerin dağılımını “yaradılış merkezleri” fikriyle açıklıyordu. Darwin, bir taraftan bunu okurken, bir taraftan da ardından kendi evrim teorisini destekleyecek olan çok önemli gözlemler yapıyordu. Galápagos Adaları’ndan birden fazla “alaycıkuş” (mockingbird) örneği topladı, ve bu kuşların, yaşadıkları adalara göre ufak fizyolojik farklar gösterdiklerini farketti. Yerel İspanyollar’ın, bir kaplumbağanın görünüşüne bakarak hangi adadan geldiğini anlayabildiklerini öğrendi. Avustralya’da gördüğü keseli sıçan-kangurular ve ornitorenkler Darwin’i o kadar şaşırttı ki, Dünya canlılarının iki ayrı yaratıcı aracılığıyla yaratılmış gibi olduklarını düşündü.
Beagle’ın 1826-1830 içindeki ilk yolculuğu sırasında, Güney Amerika’nın en güney ucundaki Tierra del Fuego’dan alınmış ve İngiltere’de “medenîleştirilmiş” olan üç Yagan yerlisi, misyonerlik yapmaları için kabilelerine geri verildi. (Darwin bu kabileleri “sefil ve rezil vahşiler” olarak tanımlıyordu.) Bir sene geçtiğinde, yerliler misyonerlik görevini bırakmış, eski hayatlarına geri dönmüşlerdi. Darwin, kısmen bu tecrübe neticesinde, bireylerin hayvanlardan sanıldığı kadar uzak olmadığını düşünmeye başladı. Darwin, insan toplulukları içindeki yaşayış değişikliklarını, ırksal gelişmişlikle değil, kültürel gelişmişlikle açıklıyordu. Güney Amerika’da şahit olduğu kölelik kurumundan hoşlanmıyor, Avrupalı kolonilerin Avustralya ve Yeni Zelanda’daki yerli halklara verdiği zarardan üzüntü duyuyordu.
Yolculuğun sonlarına doğru Darwin’in tuttuğu ayrıntılı notları okuyan Kaptan FitzRoy, yolculukla alakalı resmi raporun doğabilimle alakalı son kısmını Darwin’in yazmasını rica etti.
Darwin’in seyahatteyken İngiltere’ye yolladığı mektuplar, fosil emsallari ve doldurulmuş canlılar, eski öğretmeni Henslow aracılığıyla İngiliz doğabilimcilerine aktarılıyor, Darwin’in ünü bu sayede git gide yayılmayı sürdürüyordu. Beagle 2 Ekim 1836 tarihinde İngiltere’ye döndüğünde Darwin saygın bir doğabilimci olarak tanınmıştı. Darwin, İngiltere’ye ayak bastığında, önce Shrewsbury’ye gidip akrabalarını ziyaret etti, sonra Cambridge’e gelerek Beagle yolculuğunda topladığı emsallarin tanımlanıp sınıflandırılması üzerinde çalışmaya başladı. Henslow, bitki emsallarini tasnif edip isimlendirmede Darwin’e faydalı oluyordu, fakat hayvan emsallari için Darwin’in uzman zoologlara ihtiyacı vardı. Babasının parasal desteğiyle Londra’ya gidip zoologlar ile görüşmeye başlayan Darwin, Charles Lyell aracılığıyla Richard Owen adında bir biyologla tanıştı. Owen, Darwin’in getirdiği fosilleri inceleyerek o güne kadar bilinmeyen birden fazla soyu tükenmiş hayvan türü tanımladı. Bu türlerin içinde, tembel hayvan benzeri büyük memeliler, hipopotam benzeri bir otobur memeli (Toxodon) ve Armadillo benzeri dev bir zırhlı memeli (Gliptodon) da vardı. Bu hayvanlar anatomik olarak, Darwin’in düşündüğü gibi Afrika hayvanlarına değil, Güney Amerika hayvanlarına yakındılar.
Aralık 1836’da Güney Amerika kıtasının yükseldiğine dair bir bilimsel makale yazdı, ve Ocak 1837’de Lyell’ın da desteğiyle bu makalesini Londra Jeoloji Cemiyeti’ne sundu. Aynı gün, Beagle yolculuğunda topladığı kuş ve memeli emsallarini de Londra Zooloji Cemiyeti’ne sundu. Ornitolog John Gould, Darwin’in tanımlayamadığı ve değişik türlere ait olduğunu varsaydığı bir grup kuşun aslında birbirine çok yakın 12 yeni ispinoz türü olduğunu açıkladı. Darwin Şubat 1837’de Coğrafya Cemiyeti Konseyi’ne seçildi, ve bir ay sonra Cambridge’den Londra’ya taşındı.
Londra bilim çevrelerinde, yaşamın ve canlı türlerinin kökeni bi hayli beğeni alan bir tartışma konusuydu. Matematikçi ve filozof Charles Babbage’ın başını çektiği bir grup, Tanrı’nın Dünya’daki yaşamı özel bir mucize aracılığıyla değil, doğa kanunları aracılığıyla yarattığını savunuyordu. Darwin’in Edinburgh Üniversitesi’nden hocası Robert Edmund Grant ve Dr. James Gully gibi bir grup bilimadamı ise türlerin birbirine dönüşebildiğini iddia ediyor, ama bu fikirleri yüzünden çoğunluk aracılığıyla sapkınlıkla ve toplumsal düzeni bozmaya çalışmakla suçlanıyordu.
Mart 1837’de John Gould, Darwin’in farklı adalardan topladığı alaycıkuşların farklı türlere ait olduklarını açıkladı. İspinozları hangi adalardan topladığını not etmemiş olan Darwin, Robert FitzRoy’un notlarını inceleyince, Gould’un tanımladığı farklı ispinoz türlerinin de farklı adalardan geldiğini keşfetti. Nisan 1837’ye gelindiğinde Darwin, anakaradan göç edip farklı adalara yerleşen kuşların, zaman içinde bir biçimde değişiklik geçirip farklı türlere dönüştüklerini anlamıştı. Temmuz ayında, her zamanki günlüğünün bunun yanında, türlerin birbirine dönüşümüyle alakalı fikirlerini yazdığı gizli bir “B” günlüğü tutmaya başladı, ve bu günlüğün 36. sayfasına ilk kez bir evrim ağacı çizdi.
Darwin, bir taraftan türlerin dönüşümü üzerinde çalışırken, bir taraftan da Beagle günlüklerini yayıma hazırlıyor, ve Charles Lyell’ın fikirlerini destekleyecek bir Güney Amerika jeolojisi kitabı yazıyordu. Tüm bunların üstüne, bir de kendi getirdiği örnekler ile ilgiliki uzman görüşlerini içerecek geniş kapsamlı bir eser üzerinde çalışmaya başladı.
Sonunda bu yüksek çalışma temposuna dayanamayarak kalbinden rahatsızlandı. Eylül 1837’de doktor tavsiyesi üzerine çalışmalarına ara verdi ve Shaffordshire’da akrabalarının yanında kalmaya başladı. Kuzeni Emma Wedgwood da aynı evde kalıyor ve hasta bir akrabaya bakıyordu. Haziran 1838’e kadar Shaffordshire’da kalan Darwin, türlerin dönüşümü üzerindeki incelemelerina sürdürmekte, uzman görüşü almak için doğabilimcilerin bunun yanında çiftçiler ve güvercin yetiştiricilerine de danışıyordu. Bir taraftan da kuzeni Emma’dan hoşlanmaya başladığını farkeden Darwin, günlüğüne yazdığı notlarda evliliğin yararları ve zararlarını karşı karşıya geldirıyor, yarar hanesine “yaşlılıkta arkadaş olur … köpekten iyidir” gibi notlar düşerken, zarar hanesinde “kitaplar için daha az para” ve “korkunç bir zaman kaybı” gibi sakındığı sayıyordu. Sonuçta evlenmeye karar veren Darwin, babasına da danıştıktan sonra Temmuz 1838’de evlilik teklif etmek için Emma’ya gitti, ama teklifi yapmaya cesaret edemedi.
Araştırmalarına Londra’da devam eden Darwin, türlerin dönüşümü hususunda çok önemli gelişmeler kaydetti. Thomas Malthus’un An Essay on the Principle of the Population (Nüfus Prensibi Üzerine Deneme) adlı yazısı Darwin için önemli bir esin kaynağı oldu. Malthus bu yazısında insan nüfusunun aslında çok büyük bir hızla (her 25 yılda ikiye katlanarak) çoğalma potansiyeli olduğunu, ama hastalık, savaşlar ve açlık aracılığıyla nüfusun kontrol altında tutulduğunu anlatıyordu. Darwin, aynı prensibin tüm organizmalara uygulanabileceğini farketti. Tüm canlı türleri, mevcut kaynakların izin verdiğinden fazla daha fazla yavru üretiyor, yavrular içinde “zayıf” olanlar çok geçmeden ölüyor, “kuvvetli” olanlar ise hayatta kalarak yeni yavrular meydana getiriyor ve kendilerini “kuvvetli” yapan özellikleri yavrularına aktarıyorlardı. Böylelikle türler nesilden nesile değişerek çevrelerine daha iyi uyum sağlıyorlardı. Bu teorisini ilk defa 28 Eylül 1838’de günlüğüne yazdı.
Kasım 1838’de nihayet Emma’ya evlilik teklif eden Darwin, Ocak 1839’da evlendi. Aynı ay içinde, Royal Society’ye (Kraliyet Cemiyeti) üye olarak seçildi. Darwin çifti, evlilikten hemen sonra Londra’ya yerleşti.
Darwin, doğal seçilim düşüncesinin temelini atmıştı ama şüpheci meslekdaşlarını ikna etmek için çok çalışması gerektiğinin farkındaydı. Jeoloji Cemiyeti’nin Aralık 1838’deki toplantısında, evrim düşüncesini savunan eski hocası Robert Edmund Grant’e nasıl şiddetle karşı çıkıldığına bizzat şahit olmuştu. Teorisini destekleyecek ispatlar bulabilmek için hayvan yetiştiricileri ile görüşmeye ve bitkiler üzerinde deneyler yapmaya sürdü. Mayıs 1839’da Robert FitzRoy’un Beagle raporu yayımlandığında, Darwin’in yazdığı kısım o kadar beğenildi ki, sonradan başlıbaşına bir kitap olarak basıldı.
1842 başlarında Darwin, Lyell’a fikirlerini açıklayan bir mektup yazdı. Her canlı türünün kendi başlangıcı olduğunda ısrar eden Lyell, jeoloji alanında müttefiki olan Darwin’in bunu inkâr etmesine çok üzüldü. Mayıs 1842’de Darwin’in mercan kayalıkları üzerine yazdığı eser yayımlandı, aynı sıralarda Darwin, doğal seçilim teorisinin bir “kabataslağını” kâğıda döktü. Kasım 1842’de Darwin çifti, Londra’nın stresinden uzaklaşmak için şehrin dışındaki Down House’a geçti. Ocak 1844’te fikirlerini botanist arkadaşı Joseph Dalton Hooker’a açan Darwin, kendisini “bir cinayeti itiraf ediyormuş gibi” hissediyordu ama Hooker, Darwin’in teorisini beğendi. Temmuz’a gelindiğinde, Darwin’in “kabataslağı” 230 sayfalık bir deneme yazısına dönüşmüştü. Ekim 1844’te anonim olarak yayımlanan ve insan dahil tüm canlıların ilkel formlardan dönüşerek meydana geldiğinı savunan Vestiges of the Natural History of Creation(Yaradılışın Doğal Tarihinden İzler) adlı kitap, doğabilimciler aracılığıyla yerden yere vurulunca Darwin teorisi hususunda ne kadar dikkatli olması gerektiğini bir kez daha anladı. Kitap, Londra orta sınıfından büyük ilgi gördü ve türlerin dönüşümü konusunu bir kez daha gündeme getirdi. Darwin 1846’da üçüncü jeoloji kitabını yayımladı, ve arkadaşı Hooker’la birlikte deniz kabuklularıyla alakalı geniş kapsamlı bir araştırmaya başladı. 1847’de Hooker, Darwin’in doğal seçilim üzerine yazdığı uzun denemeyi okudu ve önyargıdan uzak tarafsız eleştiriler sundu, fakat bir taraftan da Darwin’in yaradılış düşüncesine karşı çıkmasını sorguladı.
1849’da uzun süredir kötü giden sağlığını düzeltmek umuduyla Malvern’de bir kaplıcaya giden Darwin, iki ay sonra kendini daha iyi hissetti. 1850 Haziran’ında çok sevdiği kızı Annie ciddi biçimde hastalanınca, kendi kronik kötü sağlığının kalıtsal olduğunu tekrar düşünmeye başlayan Darwin, Nisan 1851’de Annie’nin ölümüyle iyiliksever bir Tanrı’ya olan tüm inancını kaybetti.
Deniz kabukluları ile alakalı çalışmalarının sonuçlarını 1851-1854 senelerı içinde paylaşımı yaptığı bir dizi kitapla anlatan Darwin, 1853’te bu çalışmasından dolayı Royal Society aracılığıyla madalya ile ödüllendirildi. Ayrıca bu çalışma, o zamana kadar jeolog olarak anılan Darwin’in biyolog olarak da ünlenmesini sağladı. Darwin, deniz kabuklularıyla alakalı çalışmasında, belli bir özelliği olan bir organın, değişen şartlar neticesinde ufak değişimler geçirerek özelliğini değiştirebileceğine dair ispatlar gözlemledi. Kasım 1854’te notlarına, ortak bir atadan gelen canlıların, “doğanın ekonomisinde ayrı ayrı yerlere” adapte olmaları neticesinde anatomik olarak birbirlerinden uzaklaşabileceklerini yazdı.
1856 başlarında Darwin, yumurta ve tohumların deniz suyunu aşıp canlı türlerini okyanus ötesine taşıyıp taşıyamayacağını inceliyordu. Arkadaşı Hooker canlıların değişmezliğine olan inancını sorgulamaya başlamıştı ama Darwin ve Hooker’ın ortak arkadaşı Thomas Henry Huxley, evrim düşüncesine şiddetle karşı çıkıyordu. Lyell ise Darwin’in fikirlerini alakayla takip ediyor, ama sonuçlarını göremiyordu. Lyell, Borneo’da çalışmakta olan doğabilimci Alfred Russell Wallace’ın yazdığı bir makaleyi okuduğunda, Darwin’in fikirleriyle benzerlikler gördü ve Darwin’e bir makale yazması için baskı yapmaya başladı. Darwin Wallace’ı bir tehdit olarak görmediyse de bir makale yazmaya başladı. Makaleye ayrıntı üzerine ayrıntı eklemeye başlayınca, makaleyi Doğal Seçilim başlıklı uzun bir kitaba dönüştürmeye karar verdi. Kitap için Wallace dahil birden fazla meslekdaşıyla yazışıyordu. Aralık 1857’de Wallace insanın kökenine değinip değinmeyeceğini sorduğunda, ona “önyargılarla çevrili bu husustan” uzak duracağını dile getirdi.
Haziran 1858’de Darwin kitabını halen yarılamışken Wallace’dan bir makale aldı. Wallace bu makalede Darwin’in senelerdır kafasında sakladığı doğal seçilim düşüncesini anlatıyordu. Oldukça morali bozulan Darwin, makaleyi dostları Lyell ve Hooker’a yolladı ve Wallace’ın seçeceği herhangi bir dergide yayımlanmasını rica etti. Darwin’in doğal seçilim düşüncesini Wallace’dan çok önceden düşündüğünü ve uzun süredir bu hususta ayrıntılı araştırmalar yaptığını bilen dostları, Darwin ve Wallace’ın makalelerinin 1 Temmuz 1858’de Linneaus Cemiyeti’nde (Linneaean Society) ortak bir sunumda okunmasına karar verdiler. Darwin, kızıl hastalığından yaşamını kaybeden ufak oğlunun cenazesi sebebiyle bu sunuma katılamadı.
Teori Linneaus Cemiyeti’nde pek ses getirmedi. Darwin sonradan Dublin’li bir profesörden duyduğu tek bir yorumu hatırlayacaktı: “Teoride yeni olan her şey yanlış, doğru olan her şey ise eski.” Bunun üzerine Darwin, tüm enerjisini kitabını bitirmeye verdi, ve On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or The Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life (Doğal Seçilim ile Türlerin Kökeni, yahut Hayat Mücadelesinde Ayrıcalıklı Irkların Korunumu Üzerine) 22 Kasım 1859’da ilk defa kitapçılara dağıtıldı. Kısa sürede büyük popülerlik kazanan ve ilk baskısı tükenen kitap, doğal seçilim düşüncesini ayrıntılı gözlemlere ve dikkatli mantıksal çıkarımlara dayanarak savunuyor, bazı olası itirazlara da önceden yanıt veriyordu. Kitapta insan evrimine doğrudan değinilmiyor, yalnızca teorinin “insanın kökeni ve tarihine de ışık tutabileceği” bilgisi yer alıyordu. Giriş bölümünde yazdığı bir cümle, Darwin’in teorisini basitçe özetliyordu.
Her canlı türü, yaşaması olabilecek olandan daha fazla birey doğurduğundan, ve bunun sonucu olarak sürekli olarak tekerrür eden bir hayatta kalma savaşı mevcut olduğundan, yaşamın karmaşık ve farklı zamanlarda değişen koşullarında kendisine fayda yarayacak herhangi bir değişikliğe sahip olan her canlı, hayatta kalmada daha yüksek şansa sahip olacak ve doğal olarak seçilecektir. Kuvvetli kalıtım prensibi aracılığıyla, seçilen her cins kendi yeni ve değişik formunu yayma eğiliminde olacaktır.
Darwin’in kitabı çok büyük bir alakayla karşılandı ve geniş çaplı bir tartışma başlattı. Darwin, kitabının yarattığı tartışmaları yakında zamandan takip ediyor, kitap ile ilgili yayımlanan eleştirileri, yorumları ve karikatürleri özenle kesip saklıyordu. Kitapta doğrudan yer almayan “insanın hayvandan geldiği” iddiası, eleştirilerin ana hedefiydi.
İngiltere Kilisesi’ne bağlı nüfuzlu bilimadamları, ki bunlara Darwin’in eski öğretmenleri Adam Sedgwick ve John Henslow da dahildi, açıkça kitaba karşı tavır aldılarsa da, birden fazla genç doğabilimci kitaba olumlu tepki verdi. 1860’da yedi Anglikan teolog aracılığıyla yayımlanan Essays and Reviews (Deneme ve Eleştiriler) adlı kitap, Darwin’in teorisini desteklediği için kiliseden büyük tepki aldı.
Türlerin Kökeni üzerine en ünlü tartışma, Haziran 1860’da British Association for the Advancement of Science’ın Oxford’daki toplantısında yaşandı. Oxford piskoposu Samuel Wilberforce Darwin’in kitabını küçümseyen bir konuşma yapınca, karşısında Darwin’in dostları Joseph Hooker ve Thomas Huxley’i buldu. Huxley Darwin’i o kadar katı bir biçimde savunuyordu ki, o günden sonra kendisine “Darwin’in buldogu” lakabı takıldı. Bu tartışmayla alakalı çok fazla anlatılan bir hikâyeye göre, Wilberforce Huxley’e “maymunluğunuz büyükanne aracılığıyla mı geliyor büyükbaba aracılığıyla mı?” diye sorunca Huxley, “birikimini önyargı ve yalanlara hizmet etmek için kullanan kültürlü bir insan olmaktansa maymundan gelmeyi tercih edeceğini” dile getirdi.
Darwin hastalığı sebebiyle bizzat katılamadığı bu tartışmaları basından takip ediyor, yazışmalar aracılığıyla kendisine daha çok destekçi bulmaya çalışıyordu. Darwin’i kararlı bir biçimde savunan Thomas Huxley, Charles Lyell ve Joseph Hooker, Richard Owen öncülüğündeki muhalif grubu bastırmayı başarınca, 1864’te Darwin’e Kraliyet Cemiyeti’nin Copley Madalyası verildi.
Kısa zamanda birden fazla baskı yapan ve birden fazla dile çevrilen Türlerin Kökeni, bilimsel konulara yeni yeni merak duymaya başlayan Avrupa orta sınıfının en fazla okuduğu bilimsel kitaplardan biri oldu, zamanının sosyal akımlarını doğrudan yahut dolaylı olarak etkiledi, ve popüler kültürün önemli bir parçası halini aldı.
Charles Darwin, 19 Nisan 1882 tarihinde İngiltere’de öldü.
Ailesi onu bölgedeki bir kilise avlusuna, çocuklarının mezarlarının yanına gömmeyi düşünüyordu. Ne var ki, aynı düşünceyi paylaşmayan bazıları çarhızlı harekete geçerek, ileri gelen bilim insanları ve hükûmet kullanıcılarını ikna çalışmasına girişti. Amaçları, bu bireyleri bir araya getirip İngiltere’nin ünlü kilisesi Westminster Abbey’nin baş rahibinden Darwin’in buraya gömülmesini rica etmelerini sağlamaktı. Baş Rahip George Granville Bradley, “gerekli onayın canı gönülden verileceği”ni açıkladı. Böylelikle, agnostik olan Darwin 26 Nisan günü öğle saatlerinden sonra Westminster Abbey’ye gömüldü. Tabutunu taşıyanlar içinde eski dostu botanikçi Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin’i kendi kuramını yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD’nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin “Bilginler Köşesi” olarak anılan bölümünde, Isaac Newton’un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel’in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için “gizemlerin sırrı” tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel’e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu.
Darwin çiftinin on çocuğu oldu. Çocukların ikisi (Mary Eleanor ve Charles Waring) çok ufakken öldü. Ayrıca, Annie’nin on yaşındayken ölmesi çiftin üzerinde yıkıcı bir etki bıraktı. Darwin, çocuklarına bağlı ve sıradışı derecede alakalı bir babaydı. Her hastalandıklarında Darwin çocuklarının, eşi ve kuzini olan Emma Wedgwood ile yapmış olduğu yakın akraba evliliği sebebiyle belirli zayıflıklarla doğmuş olabileceğini düşünüyordu. Darwin bu konuyu yazılarında ele aldı ve bu durumun diğer bazı organizmalarda ortaya koyduğı avantajlı sonuçlarla karşı karşıya geldirdı. Korkularının aksine Darwin’in hayatta kalan çocukları, büyüdüklerinde seçkin kariyerler elde ettiler ve dikkat çekici bir aile olan Darwin-Wedgwood Ailesi’nin saygın birer bireyi oldular.
Hayatta kalan yedi çocuktan George, Francis ve Horace, sırasıyla astronom, botanist ve inşaat mühendisi olarak Royal Society üyesi seçildi. Diğer oğlu Leonard ise asker, politikacı,ekonomist ve öjenist olarak çalıştı. Ayrıca istatistikçi ve evrimsel biyolog Ronald Fisher’ın akıl hocası oldu.
Darwin’in ismi daha hayatta olduğu zamanda, bir çok türe ve coğrafi cisme verildi. Beagle Kanalı’nin bir bölümünü oluşturan su parçasına Robert FitzRoy aracılığıyla Darwin Boğazı adı verildi, çünkü yıkılan bir buzul parçasının yarattığı dalga sebebiyle teknelerini yitirerek ıssız bir yerde mahsur kalma tehlikesinden, Darwin ile birlikte hareket eden iki veya üç birinin zamanında müdahalesiyle kurtulmuşlardı. Ayrıca, Darwin’in 25. doğum günü anısına, And Dağları’nın bu boğazın yakınlarındaki bir tepesine Mount Darwin adı verildi. Beagle gemisi 1839’da Avustralya kıyılarını araştırırken, Darwin’in arkadaşı John Lort Stokes’un fark ettiği doğal bir liman, geminin kaptanı John Clements Wickham aracılığıyla Port Darwin olarak adlandırıldı. Burada 1869’da kurulan Palmerston isimli yerleşimin adı 1911’de Darwin olarak değiştirildi. Avustralya’nın Kuzey Toprakları bölgesinin başkenti olan bu şehirdeCharles Darwin Üniversitesi ve Charles Darwin Milli Parkı da bulunur. 1964’te kurulan Cambridge Darwin Koleji’ne ise, biraz da Darwin ailesinin okulun kurulduğu arazinin bir kısmına sahip olması sebebiyle, ailenin adı verildi.
Darwin aracılığıyla Galapagos Adaları’nda bulunan kuş türüyle alakalı bir grup tür, ispinozgillere değil de, daha çok Amerikan kiraz kuşugiller veyatangargillere yakın olmalarına rağmen, Darwin’in ispinozları adıyla tanındı. Bunun nedeni David Lack’in 1947 bu isimle paylaşımı yaptığı, bu kuş türünün Darwin’in çalışmalarında oldukça öneme sahip olduğu ile ilgiliki asılsız efsaneleri körükleyen kitaptı.
1992’de Darwin, Michael Hart’ın tarihteki en etkileyici 100 kişi listesinde 16. sırada yer aldı. BBC aracılığıyla desteklenen ve halka açık tertip edilen En Büyük 100 Britanyalı oylamasında ise 4. oldu. Bank of England’ın çıkardığı 10 poundluk banknotların üzerindeki Charles Dickens resmi 2001’de Darwin’in resmiyle değiştirildi. Bankanın bu kararında, Darwin’in etkileyici ve gür sakalının (sahte para basımını zorlaştıracağı için) etkili olduğu söylendi.
Linnean Society of London, Darwin’in başarıları anısına 1908’den bu yana Darwin-Wallace Madalyası adı altında bir ödül vermektedir. Evrimin mizahi bir kutlaması olarak her sene, “kendilerini yok ederek gen havuzumuzu iyileştiren” bireylere Darwin Ödülü verilmektedir.
Ayrıca 1909 senesinden beri Darwin’in doğum günü olan 12 Şubat günü, Darwin Günü olarak kutlanmaktadır.
Darwin’in iki yüzüncü doğum yılı ve Türlerin Kökeni’nin yüz ellinci yayınlanış yıldönümü sebebiyle 2009’da tüm dünya çapında çeşitli etkinlikler ve yayınlar planlandı. New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde 2006’da açılan ve Kuzey Amerika’nın çeşitli kentlerinde tekrarlanan “Darwin” sergisi, Birleşik Krallık geneline yayılmış olan Darwin 2,00 etkinlik programı çerçevesinde 14 Kasım 2008 – 19 Nisan 2009 tarihleri içinde Londra Doğa Tarihi Müzesi’nde açık kaldı. Ayrıca Cambridge Üniversitesi’nde Temmuz 2009’da bir festival düzenlenecektir. Darwin’in doğum yerinde ise, yıl boyunca sürecek etkinliklerden bir araya gelen “Darwin’s Shrewsbury 2009 Festival” hazırlanacaktır.
Birleşik Krallık’ta, üzerinde 1809 DARWIN 2009 yazısıyla çevrelenmiş ve bir maymunla yüz yüze duran Darwin portesi olan, kenarında ise “ON THE ORIGIN OF SPECIES 1859 (TÜRLERİN KÖKENİ)” yazısı bulunan 2 Pound’luk özel anma parası basıldı. Koleksiyoner sürümleri belirli bir ücret karşılığında dağıtılacak olan para, yıl boyunca banka kuruluşlarından ve postanelerden, üzerindeki değer karşılığında temin edilebilecek.
Eylül 2008’de İngiltere Kilisesi, Darwin’in 200. doğum senesinin bir fırsat olduğunu söyleyerek, “Seni yanlış anladığımız, sana karşı gösterdiğimiz ilk tepkide hatalı oluşumuz ve bundan dolayı başkalarının da seni yanlış anlamasına yol açtığımız için…” kelimeleriyle Darwin’den özür diledi.
Darwin’in anısına Jon Amiel yönetmenliğinde Yaradılış adında bir film çevrildi. Filmin gösterimini ABD’de üstlenen firma çıkmadı.
Bugün Darwin özdeşleşen evrim kuramı, aslında çok öncelere dayanır. Öyleki ilk kez MÖ 6. yüzyılda İyonyalı filozoflar evrimden söz etmişlerdir. Thales, Anaximandros, Herakleitos, Aristoteles, İbni Haldun gibi birden fazla bilgin, canlılığın oluşumu ve gelişimi hususunda fikirler ortaya atmıştır. Lakin bu konu üzerine en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren ve olgusal olarak yoklanabilecek bir kuram haline getiren Charles Darwin olmuştur. Bugün kuram paleontoloji, genetik ve embriyoloji gibi bilimler tarafınca sürekli olarak yenilenmekte ve gelişmektedir. Ayrıca kendisi tüm çalışmalarını gözlem yoluyla yapıp sunduğu için halen bilim camiasında makbul bir bilim adamı sıfatı kazanmamıştır.
Darwin üretken bir yazardı. Evrim ile ilgiliki çalışmaları yayınlanmamış olsa bile, bir yazar olarak Beagle Yolculuğu isimli kitapla, bir jeolog olarak Güney Amerika ile ilgili paylaşımı yaptığı geniş çaplı çalışmalarıyla ve mercan adalarının nasıl oluştuğu hususundaki bilinmeyenleri çözümlemesiyle, bir biyolog olarak sülükayaklılar ile ilgili paylaşımı yaptığı eksiksiz çalışmalarıyla, hatırı sayılır bir ün kazanmış olacaktı.
Charles Darwin’in eserleri ile ilgiliki fikirler genelde Türlerin Kökeni ile ilişkili olsa da, İnsanın Türeyişi ve İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi isimli eserleri de dikkate değer derecede etkili oldu. Bitkilerde Hareketin Gücü ve son eseri olan Solucanların Faaliyetleri Yoluyla Sebze Gübresi Oluşumu gibi, bitkiler ile ilgiliki yenilikçi çalışmalarının da önemi büyüktü.