Empedokles, İ.Ö. 490 senesinde Sicilya’nın Agrigentum kentinde, seçkin bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Siyasi bakımdan anayurdu olan Agrigentum’un yaşamında bi hayli aktif ve yararlı bir rol oynamıştır.
Babasının İ.Ö. 470 senesinde kentin tiranının devrilmesinde önemli bir rol oynamış olduğu söylenmektedir. Bu tiranın tahtı Empedokles’e sunulmuş olsa da, o demokratik eğilimleri sebebiyle bunu reddetmiştir.
Empedokles, bilgisinin doğal güçleri denetlemek için anahtar olduğunu, bilgisiyle bireylerin rüzgarları durdurabileceğini, yağmur yağdırabileceğini ve hatta ölüleri Hades ülkesinden geri getirebileceğini ileri sürmüştür. Bu düşünceleri sebebiyle kendisinin büyücü olduğu söylentisi ortaya çıkmıştır.
Sadece kuramlarla değil bunun yanı sıra pratikle de alakalıdir. Bir kenti kasıp kavuran veba salgınını, o kenti çevreleyen bataklıkları kurutarak önlemiştir. Doğduğu kent olan Agrigentum’un havasını sağlıklı kılmak maksadıyla, kuzey rüzgarına yol açabilmek için şehri kuzeyden çevreleyen kayaları parçalatmıştır.
Empedokles, Parmenides’ten sonra düşüncelerini şiir şeklinde ifade eden ikinci önemli filozoftur. Kendisinden sonra aynı şekli yine kendisinin bir hayranı olan Romalı Lucretius sürdürecektir.
Ölüm yeri ve şekliyle alakalı olarak ise farklı rivayetler mevcuttur. Bir söylenene göre Etna Yanardağı’na atlayarak yaşamına son vermiştir. Başka bir söylenene göre ise 60 yaşlarında iken Yunanistan’da Peloponnesos’ta normal bir biçimde ölmüştür.
Empedokles’in bugün elimizde bulunan iki şiirinin yanında bazı başka şiirleri olduğu da söylenmektedir. Lakin bu diğer şiirlerinden herhangi bir parça mevcut değildir. Doğa Üzerine ve Arınmalar adlı bu iki şiirin asılları toplamının hemen hemen 5000 mısradan oluştukları tahmin edilmektedir. Doğa Üzerine adlı şiirin hemen hemen 2000 dizeden yaşandıği tahmin edilir. Bu dizelerden hemen hemen 350 mısra ve parçacık günümüze kalmıştır.
Doğa Üzerine adlı yapıtında Empedokles’in özgünlüğünü gösteren iki önemli düşüncesi mevcuttur: Bunların ilki, temel öğenin birden fazla olduğunu kabul etmesidir. Kendisinden önceki düşünürlerin öne sürdüği temel öğeler su, hava ve ateşti. Empedokles ise bunlara bir de toprak öğesini eklemiştir. Bu dört öğe baştan beri mevcuttur. Bunlar ne değişir ne de yok olur, yani başlangıcı ve sonu yoktur. Evrende bunların miktarları hep aynı kalır. Her şey bu dört öğenin belirli birleşmelerinden meydana gelir.
Nasıl ki ressamlar tapınaklara adak olarak adanacak fotoğrafları yaparken ellerine çeşitli boyaları alır ve onları uygun oranlarda birbirlerine karıştırırlarsa, bunun için de bazı boyalardan daha fazla, kimilerindensa daha az miktarlar alırlarsa ve böylece bu boyalardan dünya çapında rastlanan sayısız şeylerin, örneğin ağaçların, erkeklerin, kadınların, kuşların, balıkların, hatta uzun ömürlü tanrıların fotoğraflarıni yaparlarsa, aynı biçimde doğa da dört öğeyi alarak onların her birinden farklı miktarları farklı oranlarda karıştırıp var olan şeyi meydana getirir.
İkinci özgün düşüncesi ise bu temel öğelerin birleşip ayrılması için bir hareket ettirici güç olması gerektiğidir. Empedokles bu gücü sevgi ve nefret olarak açıklamıştır. Sevgi, öğeleri birleştirir, nefret ise bunları birbirinden ayırır.
Bunun bunun yanında Empedokles, var olan bir şeyin yok olmasının yahut yokluktan bir şeyin meydana gelmesinin imkansız olduğunu söyler:
“Ölümlü olan bir şeyin ne var olması ne de her şeyi alıp götüren ölümle son bulması sözkonusudur. Var olan yalnızca öğelerin bir araya gelmesi ve birbirlerine karıştıktan sonra ayrılmasıdır. ”Ölüm”, işte şeylerin bu ritminin bir anına insanlar aracılığıyla verilen bir addan ibarettir. Bu öğeler bir insan, bir vahşi hayvan, bir bitki yahut bir kuş şekilinde birbirlerine karıştıklarında insanlar bir doğuş olduğunu söylerler. Öğeler birbirlerinden ayrıldıklarındaysa insanlar bunu acıklı ölüm kelimesiyle açıklarlar. Lakin bu doğru bir adlandırma değildir.
Evrenin de bu biçimde oluştuğunu söyler. Başlangıçta sevginin etkisiyle bütün öğeler birbirine karışmış durumdadır. Nefretin küre şeklindeki evrene yaklaşmasıyla bir girdap, çevrinti hareketi meydana gelir ve bu öğeler birbirlerinden ayrılırlar.
Güneş ve ay tutulması hususunda doğru bir gözlem yapmış, ayın ışıgını güneşten aldığını anlamıştır. Deriden yapılan solunumu açıklamıştır. Hayvanların nasıl yaşandıklarıyla alakalı kuramı mevcuttur. Algının nasıl yaşandığini, gözü ve görmenin nasıl olduğunu da açıklamıştır.
”Bir zamanlar ben de erkek ve kız çocuğu, çalı, kuş ve denizde sıçrayan dilsiz balık olmuştum.”
Kanın, insan yaşamının ana taşıyıcısı ve düşünmenin merkezi olduğunu söyler. Empedokles’e göre; temel öğeler kanda, en olgun biçimde bir araya gelmişlerdir. İnsanın tüm kabiliyetleri ise bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Parmenides / Herakleitos zıtlığı
Felsefeyi uzun bir süre meşgul etmiş ikilemdir.
Herakleitos;
Her şey değişiyor. (Her şey akar)
Bundan dolayı duyumsal algılamalara güvenilebilir demekteyken;
Parmenides;
Hiç bir şey değişmez;
Bundan dolayı duyumsal algılamalara güvenilemez tezini ileri sürmektedir.
Bu ikilemden felsefeyi kurtaran, Empedokles olmuştur. Empedokles’e göre Parmenides, Herakleitos zıtlığı, “özde tek bir madde” olduğu inancından kaynaklanmaktadır;
Düşünüre göre, her iki görüş de, kısmen doğru, kısmen yanlıştır.
Her şey değişmez;
Duyumsal algılamalara güvenmeliyiz, zira göze çarpıyor, görüşünü ileri sürmüştür.
Empedokles Etkileri
Empedokles’in kendisinden sonra gelen düşünürler içinde özellikle Aristoteles üzerinde etkisi olmuştur. Roma dünyasında Lucretius, Epikuros’un dışında yalnızca Empedokles’ten büyük övgü ve hayranlıkla söz eder. Nietzsche’nin eskiçağ düşünürleri içinde büyük bir övgüyle andığı iki isimden biri Herakleitos ise diğeri Empedokles’tir. Alman şair Hölderlin de bir tragedyasında Empedokles’i romantik bir kılık altında yeniden canlandırmıştır.