Hallac-ı Mansur, 858 yılındı dünyaya geldi. “Enel Hak” (Ben Tanrıyım) dediği ve bu sözünden geri dönmediği için zamanın otoriteleri aracılığıyla 26 Mart 922 tarihinde önce kırbaçlandı, sonra derisi yüzülüp taşlanarak Bağdat’ta öldürüldü.
Hallac-ı Mansur diğer Sufiler gibi, “İnsan – Tanrı – Evren” üçlemesini içeren varlık birliğini savunuyordu. Gençliğinde Kahire’de bulunan Mansur, burada İskenderiye Okulu filozoflarıyla tanıştı. Onların görüşlerini benimsedi. Daha sonra tüm Türkistan’ı dolaştı. Buradaki, Sufi tarikatlarında görüşlerini yaydı.
Hallac-ı Mansur’a göre gerçek olan “Bir” di. Çokluk, bu “Bir”in farklı şekil ve nitelikteki yansımalarından ibaretti. Evren ve insan “Bir” in dışında değil içindeydi ve onunla özdeşti. Bu sebepten dolayı insan da tanrının bir cüzü yani bir parçasıydı. İnsan Tanrıydı ama Tanrı İnsan değildi. Onunla sınırlı değil çünkü O, tüm varoluşun kendisiydi. Evren, ışık ve sevgi yumağı olan tanrıdan yansımıştı. Tanrıdan ayrı hiçbir parça olamazdı. Çünkü Mansur’un görüşüne göre parça bütüne aitti. Ve gerçeği kavrama gücünden yoksun olanlar, tüm varlıkların Tanrı’dan ayrı birer birim olduğunu ileri sürerler. Bunun bir yanılgı olduğunu anlamak fakat sezgi ile olabilecekdür. Her birey kendi içine dönerek bu sezgi gücünü belirli bir eğitimle görülmektedirtabilir. Bu içe dönüşün sonucu olarak, önce Tanrısal sevgi uyanır, sonra da gönülde Tanrısal nur açık seçik görülmeye başlar. Gerçek sır, Tanrısallığı insanın içinde görmesidir. Bu görüşünü bir tek cümleyle de ifade etmiştir: “Kendini bilen Tanrı’yı bilir.”
Enel Hak demesinin altında yatan felsefe işte buna dayanıyordu. Zamanın Sunni otoriteleri derhal bu görüşlerinden vazgeçmesini ve hatalı olduğunu kabul etmesini istediler. Söylediklerinden geri dönerse kendisini affedeceklerdi. Lakin o bunu yapmadı. Bile bile ölümü kabul etti. Onun inancı uğruna ölümü seçmesi Sufiler içinde derin izler bıraktı. O Sufizm’de bir simge olarak yaşamaya sürdü…
Onun bu görüşleri aslında kökeni çok eskilere dayanan Ezoterik Sırlar’a dayanmaktaydı. Belki de onun en büyük hatası, bazı sırları o zamanlarda açıkça söylemiş olmasıydı. Kendisinden sonra gelenler, inisiyatik sırların asla hazır olmayanlara açıklanmaması gerektiğini bir kez daha ısrarla savundular. Ve zamanından önce açıklanan sırların nelere sebebiyet verdiğini anlatmak için Hallac-ı Mansur’un yaşamını örnek gösterdiler.