Hegel Kimdir? Biyografi Sayfası

25.10.2021
494
Hegel Kimdir? Biyografi Sayfası

Hegel Kimdir? Biyografi, bölümünde Hegel Kimdir? Biyografi sayfası ile karşınızdayız. Hegel Kimdir? Biyografi detayları ile daha da iyi tanıyalım.

Hegel Kimdir? Biyografi – Kaç Yaşında – Memleketi Neresi

Hegel

Georg Wilhelm Friedrich Hegel, 27 Ağustos 1770 senesinde dünyaya geldi. Büyük bir sistem kurarak, Kant’ın imkansız olduğunu dile getirdiği şeyi gerçekleştirmiş, yani rasyonel bir metafizik kurmuş olan ünlü Alman filozofu.

1770-1831 senelerı içinde yaşamış olan Hegel’in temel eserleri: Phanomenologie des Geistes (Tinin Fenomenolojisi), Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi), Enzyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi), Grundlinien der Philosophie des Rechts (Hukuk Felsefesinin İlkeleri).

Hegel Metafiziği

Alman idealizminin kurucusu olan Kant, aklın kendisinin a priori kategorileri ve bilginin formlarını, kalıplarını sağladığı için, bilginin olabilecek olduğunu söylemişti. O bilginin, bu a priori kalıplarının insandan, içeriğinin ise dış dünya çapından, insanın dışındaki gerçeklikten geldiğini savunmuştu. Buna göre, insan zihni, bilgiye a priori, deneyden bağımsız olan formları, kategorileri sağlar, bu formların malzemesi, içeriği ise insandan bağımsızdır, dışarıdan gelir. Hegel, işte bu noktada bilginin formları kadar içeriğinin de zihnin eseri, ürünü olması gerektiğini savunur. Demek ki, bilginin tüm ögeleri zihnin eseridir. Hegel’e göre, insan, bilgide kendisinin dışında olan, kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı tecrübe etmektedir. Bu doğal dünya bütünüyle zihnin eseridir, fakat biz bireylerin zihinlerinin eseri değildir; bilgimizin nesneleri bizim zihinlerimiz aracılığıyla yaratılmamıştır. Bundan Hegel’e göre, şu sonuç çikar: Bu dünya, bu dünyayı meydana getiren ve bilgimizin konusu olan nesneler, sonlu bireyin, insanın zihninden başka bir zihnin eseri olmalıdır. Bilginin nesneleri ve bundan dolayı bütün bir evren mutlak bir öznenin, mutlak bir Zihin, Akıl veya Tinin ürünüdür. Hegel’in Tin, Geist, İde, Mutlak, Mutlak Zihin adını verdiği bu tinsel varlık, tüm bireysel, sonlu insan ruhlarının dışındaki nesnel bir varlık olup, Tanrı’dan başka bir şey değildir. Hegel, Mutlak Zihnin, Geist’in özüne, insan aklı aracılığıyla nüfuz edildiğine inanır, çünkü Mutlak Zihin, insan aklının işleyişinde olduğu kadar, doğada da açığa çikar.


Yani, Geist kendisini Hegel’e göre, doğada ve insan aklında ifade eder. Ona göre, gerçekliğin tümü yalnızca bir İde, Mutlak veya Nesnel Akıl, bir Mutlak Tin aracılığıyla anlaşilabilir. Bu Mutlak Akıl, dünya tarihi boyunca bir evrim süreci içinde olmuştur. Mutlak Akıl aşkın, kendi kendisine yeten, kendi kendisinin mutlak olarak bilincinde olan, tam anlamıyla bağımsız bir varlık olmaya çalismaktadir. Söz konusu evrim süreci, mutlak Aklın tam anlamıyla rasyonel ve anlaşilır bir varlık haline gelme çabasidir. Düşünce ile varlığın, mantık ile metafiziğin bir ve aynı gerçekliğin iki farklı yüzü olduğunu söyleyen Hegel’de Mutlak Zihin statik bir varlık değil, fakat dinamik bir zamantir. Bu Mutlak Zihin, dünya çapından ayrı bir varlık değil, fakat özel bir bakış yönünden görüldüğünde, dünyadır. Hegel’in dinamik bir zaman olarak betimlediği bu mutlak varlık, onun diyalektik adını verdiği üçlü adımlardan bir araya gelen hareketlerle değişir ve gelişir. İşte dünya, varlık, kültür ve uygarlık dediğimiz herşey, Mutlak Zihnin üçlü adımlarından bir araya gelen diyalektik hareketlerinden meydana gelir. Evren, kendisinde mutlak Aklın amaçları veya hedeflerinin gerçekleştiği bir evrim sürecidir. Hegel’in bu anlayışı, teleolojik veya organik bir anlayıştır. Evrimde en önemli şey, ilk etapta varolandan ziyade, sonuçta ortaya çikandir. Hakikat bütündedir, ama bütün yalnızca evrim süreci tamamlandığında gerçekleşir. Mutlak olan özü itibariyle bir sonuç, bir tamamlanmadır. Felsefe, buna göre, sonuçlarla ilgilenir; o, bir evrenin başka bir evreden nasıl zorunlu olarak çiktigini göstermek durumundadır. Bu hareket doğada ve hatta tarihte bilinçsiz olarak gerçekleşir. Hegel’e göre, düşünür bu sürecin bilincinde olabilir; o bu süreci betimleyebilir. Düşünür evrenin anlamını bildiği, evrensel dinamik aklın kategorilerini, işlemlerini yakaladığı zaman, en yüksek bilgi düzeyine yükselir. Filozofun zihnindeki kavramların diyalektik evrimi, dünyanın nesnel evrimiyle çakisi; öznel düşüncenin evrimi ve kategorileri, evrenin kategorileriyle bir ve aynıdır. Düşünce ve varlık özdeştir.

Yöntem

Mutlak varlığın bilgi veya düşünce süreciyle doğal süreci kapsayan gelişme süreci, Hegel’e göre, diyalektik yoluyla gerçekleşir. Diyalektik, hem düşünmenin hem de bütün varlığın gelişme şekilidir. Düşünme de varlık da hep karşitların içinden geçerek, karşitları uzlaştırarak gelişir. Felsefenin görevi şeylerin doğasını anlamak, şeylerin doğasının, varoluşunun, özünün ve amacının ne olduğunu bildirmek ise eğer, felsefenin yöntemi bu amaca uygun bir yöntem olmak durumundadır. Yöntem, evrendeki rasyonel süreci yeniden yaratıp ifade etmelidir. Bu amaca ise, Hegel’e göre, gizemli bir biçimde, dahinin sezgileriyle yahut daha özel bir yolla ulaşilamaz. Hegel felsefenin, Kant’ın da belirtmiş olduğu gibi, kavramsal bilgi olduğunu öne sürer. Lakin biz gerçekliği soyut kavramlarla tüketemeyiz; zira gerçeklik, soyut kavramların gereği gibi yansıtamayacağı, hareket halindeki dinamik bir zamantir. Çünkü gerçeklik olumsuzlamalarla, çeliskilerle ve zıtlıklarla doludur. Bir şeyi gerçekte olduğu şekliyle anlatabilmek için, Hegel’e göre, onun ile ilgiliki tüm doğruları ifade etmemiz, onun tüm çeliskilerini belirtmemiz ve bu çeliskilerin nasıl uzlaştırıldığını göstermemiz gerekir. Bu ise, diyalektik yöntemle olur. Buna göre, düşünce diyalektik olarak ilerlediğinde, en basit, en soyut ve içerik yönünden en boş olan kavramlardan daha kompleks, daha somut ve daha zengin kavramlara doğru ilerler. Hegel’in diyalektik yöntem adını verdiği bu yönteme göre, biz işe soyut ve tümel bir kavramla başlarız (tez); bu kavram bir çeliskiye yol açar (antitez); birbirlerine çelisik olan bu iki fikir, ilk iki kavramın bir birliğini ifade eden üçüncü bir kavramda uzlaştırılır (sentez). Yeni kavram da yeni birtakım problem ve çeliskilere yol açar, öyle ki bunların da başka kavramlarda çözümlenmesi gerekir. Diyalektik süreç, bundan dolayı kendisinde tüm karşitlıkların hem barındığı ve hem de çözüldügü, nihai ve en yüksek kavrama ulaşilıncaya kadar sürer. Bunun yanında, tek bir kavram, en yüksek kavram bile olsa, bütün bir gerçekliği göstermez. Tüm kavramlar yalnızca kısmi doğrulardır. Bilgi bütün bir kavramlar sisteminden meydana gelir. Doğruluk ve bilgi, tıpkı rasyonel gerçekliğin kendisi gibi, canlı bir mantıksal süreçtir. Buna göre, bir düşünce zorunlu olarak başka bir düşünceden çikar; bir düşünce, başka bir düşünce meydana getirmek üzere kendisiyle birleşeceği düşüncede, bir çeliskiye yol açar. Diyalektik hareket düşüncenin mantıksal olarak kendi kendisini açmasıdır. Hegel’e göre, filozofun yapması gereken şey, düşüncenin tanımlanan biçimde kendi mantıksal akışını izlemesine izin vermektir. Bu süreç tam anlamıyla ve gereği gibi gerçekleştirildiğinde, dünya çapındaki süreçle bir ve aynı olan bir zamantir. Hegel’e göre, Mutlak’ın, Geist’in diyalektik hareketinin birinci adımında O, kendisindedir. Burada Geist, halen bir imkanlar ülkesidir. O, kuvve halinde olan gücünün halen gerçekleştirmemiştir (Tez). Bunun yanında, onun kendisini bilmesi, tanıması için, Geist’in kendisine bir gerçeklik kazandırması gerekir. Geist, Mutlak Zihin bu amaçla kendisini ilk kez doğada gerçekleştirir (Antitez). Doğa, dünya dediğimiz şey, Hegel’e göre, karşitlaşmış, farklılaşmış hale gelen mutlak varlıktır. Soyut ve farklılaşmamış halde bulunan İde’nin sıra sıra varlıklar haline gelerek kendi dışında bir varlık haline dönüşmesidir. O, şimdi kendisinden başka bir şey olmuş, özüne aykırı düşmüştür. Geist, Mutlak Zihin doğada kendisine yabancılaşmış, kendi özü ile çelisik bir duruma düşmüştür. Bu çeliski, diyalektik sürecin üçüncü basamağında, kültür dünyasında ortadan kalkar (Sentez). Bununla da, Geist yeniden kendini bulur, kendine döner, fakat o, bu kez bilincine tam anlamıyla varmış, özgürlüge kavuşmuş durumdadır. Çünkü, Geist’in yasası, doğal dünya çapında zorunluluk, buna karşin kültür dünyasında özgürlüktür.

Kültür felsefesi: Geist, kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Sübjektif Geist (Öznel Ruh), Objektif Geist (Nesnel Ruh) ve Mutlak Geist(Mutlak Ruh) olarak açar. Buna göre, subjektif Geist en alt düzeyinden en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan ağır ağır sıyrılır. O, halen gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu olur. Ruhun halen doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu etapta, ona karşilık gelen kavrayış şekili duyumdur. Ruh, ardındanki etapta ‘duygu’ veya hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve tamamlanmış şekli ‘kendini hissetme’dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır. O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çikar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe artması demektir. Böylelikle, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel Ruh ortaya çıkmış olur. Tarih dediğimiz şey, Hegel’e göre, halklarda beliren Ruhun gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih bölgesindeki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes işçin geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Ruh haline gelir. Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir(antitez). Buna karşin, onun üçüncü aşaması felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel’e göre, hem sanatın hem de dinin aşilması ve onların içlerinde taşidıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist’ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar. Bu yazıda Hegel’in dizgesini oluşturan yapının hangi yönteme dayandığı açıklanmaktadır. Forum- Filozoflar-Hegel bölümünde “Varlık” tan başlayarak Mantık-Doğa- Tin üçlüsünün nasıl açındığı görülebilir.

W.T.Stace

Hegel Diyalektik Yöntem

Şimdiki sorumuz, öteki kategorileri varlıktan nasıl çıkarsayacağımızdır. Hangi yöntemi kullanacağız? İlk kategoriye şans yahut kaprisle karar veremeyeceğimiz gibi, çıkarsama yöntemimiz de rasgele aklımıza gelen bir yöntem olamaz. Burada da, çıkarsamayı biz yapmıyoruz. Biz kendi aklımızla kategoriler içinde bağlantılar yaratmıyoruz: Çıkarsama, aklın bizden bağımsız olarak bulunan nesnel bir sürecidir – şüphesiz zaman içinde bir zaman değil, mantıkî bir zamantir bu . Bizim görevimiz kategorileri çıkarsayacağımız yöntemi icad etmek değil, kategorilerin kendilerini çıkarsama metotlarıni keşfetmektir. Yukarıda daha genel ve soyut kavramın her zaman daha az genel ve soyut olana öncel bulunacağını görmüştük. Bu ilke yalnız vârlığın ilk kategori olduğunu göstermiyor, ardındanki kategorilerin sırasını da belirliyor. Düşüncede, nesnel akılda,’ daha soyut kavram her zaman daha az soyut kavrama öncel olacaktır. Dolayısıyla Mantık summum genus’dan yani varlıktan başlayarak, ard arda özgülleşmelerden geçerek, minimum soyut kavrama kadar gelecektir. Yöntemimiz cinsten türe geçmek, türü yeni bir cins alarak ele aldıktan sonra buradan yeni ve daha aşağı bir türe geçerek devam etmektir. Ama, cinsten türe geçebilmemiz için cinse bir ayırt katmamız gerekir. Dolayısıyla ilerleme sıramız cins, ayırt, tür (şeklinde olacaktır. Sonra türü yeni bir cins olarak ele alırken yeni bir türe çevirmek için yeni bir ayırt bulmalıyız. Yöntemimiz baş- tan sona kadar bu cins, ayırıt, tür üçlüsünün ritmi için- de ilerleyecektir. * Burada ayırt kelimesini “differentia” karşılığı kullanıyoruz. Türkçe felsefe dilinde buna “ ayrım” da deniyor. Lakin, “ayırım”ı başka yerlerde “distinction” karşılığında kul1andığımız için bu kavramı “ayırt” kelime’siyle karşılamayı tercih ettik. Bu son paragrafta anlatılan “cins,ayırt-tür” üçlüsü Hegel’ diyalektiğinin ünlü “tez-antitez-sentez” üçlüsü ile özdeştir Ama varlık gibi bir soyutlamadan başlarsak, bundan ayırt ve türü nasıl çıkarsayabiliriz. Bütün mantıkî çıkarsamalarda, ereğin nedente veya öncelde içerilmiş olması zorunludur. Biçimsel mantığın bu ilkesinin bozulması meşru olmayan süreç yanıltısını getirir: Öncülde olmayan bir şey sonuçta da olamaz. Bu aslında eski er nihilo nihil fit ilkesidir. Hiçten bir şey çıkmaz ve bir şeyden, içinde olmayanı alamazsınız. Basit betimsel mantık için ne kadar geçerliyse Hegelci Mantık için de o kadar geçerlidir bu. Bir bölümden, A’dan, bir başka kategoriyi, B’yi çıkarsayacaksak, bunu fakat, A; B’yi içeriyorsa yapabiliriz. Ama A kategorisinin B kategorisini içerdiğini gösterebilirsek, bu zaten A’dan B’yi çıkarsamak demektir. Çıkarsamanın şekilsel mantıkta anlamı budur; buradaki anlamı da gene budur. Şimdi, türü cinsten nasıl çıkarsayabiliriz? Cinsin türü içerdiğini nasıl anlatacağız? Cinsten türe varmak için ayırtını da eklemeliyiz. Dolayısıyla, cinsin âyırtı içerdiğini de göstermeliyiz. Oysa cins, özellikle ayırtı dışarıda kalmak üzere tanımlanmıştır. Bundan ayırtlarını çıkarsamak meşru olmayan bir akıl yürütme süreci gibi görülebilir.

Platon’un idealarının soyut evrenseller olduğuna işaret ettiğimizde bunu görmüştük. Kırmızı, yeşil, mavi idealar’ı renk ideasından çıkarsanan,az, çünkü renk ideası bu ,aşağı ideaları içermez. Sadece kırmızı, yeşil ve mavide ortak olanı içerir. Kırmızının kırmızılığı yeşil ve mavinin özelliği değildir, bundan dolayı, da renk ideasının içinde değildir. Aşağı idealara özgü olan, ,ayırtları, yüksek ideanın özellikle dışında bırakılmıştır: ‘Aynı biçimde va,rlık kategorisi de her şeyde ortak olanı içerir, ama bütün özgül ayrım ve belirlemeleri dışarıda bırakır, bundan dolayı da herhangi bir ayrım yahut belirlemenin varlıktan çıkarsanması îmkânsız görünür. Misal verilecek olursa, neden, etki, töz, nicelik, varlığın özgül çeşitleridir ve bunların düşüncesi varlık kavramının dışındadır, bundan dolayı da ondan çıkarsanamaz. O ‘halde, herhangi bir çıkarsama nasıl olabilecek olabilir? Bu sorunun çözümü Hegelci felsefenin temel ilkesini, ünlü diyalektik yöntemi meydana getirir. O zamana kadar sanıldığı gibi, bir evrenselin mutla,k olarak ayırtlarını dışarıda bırakmayacağının keşfine dayanır. Hegel bir kavramın kendi zıtını gizli biçimde kendi içinde bulundurabileceğini, bu zıtın oradan çıkarılarak veya çıkarsanarak ayırt görevini yapacağını yani cinsi türe dönüştüreceğini buldu. Diyalektik yöntemi açıklamanın en basit yolu somut bir örneğini vermek, sonra da içerdiği genel mantık ilkelerini ortaya .koymak olacaktır. Örnek olarak Hegelci Mantığın ilk kategoriler üçlüsünü konu alıyoruz – varlık, yokluk, oluş. Varlık kategorisiyle başlıyoruz. Katıksız kategoriyi düşünmemiz gerekiyor, bu kalem, şu kitap, bu masa, şu sandalye gibi herhangi bir tikel varlık aidini değil. Bütün özgül belirlemelerden soyutlamalıyız onu. Bu soyut fikre; istersek, somut bir nesneden, sözgelişi şu masadan varabiliriz. Bütün niteliklerinden, dört köşeliğinden, kahverengiliğinden, katılığından, hattâ masalığından soyutlamalıyız onu. Sadece =olduğunu~, varlığını, evrendeki başka bütün nesnelerle ortak yanını düşünmeliyiz. Böyle bir varlıkta hiçbir belirleme kalmaz, çünkü bütün belirlemelerinden soyutlanmıştır. Dolayısıyla mutlak olarak belirlenmemiş ve özelliksizdir, tamamen boştur, katıksız bir boşluktur vacuum. Hiçbir içeriği yoktur, çünkü ne çeşitten olursa olsun içerik özgül bir belirleme olur. Bu mutlak boşluk, hiç- bir şey değildir; her şeyin, bütün belirlemelerin, niteliğin, özelliğin yokluğudur. Ama bu, her şeyin yokluğu, açıkça hiçliktir. Boşluk, yoklukla aynı şeydir. Böylelikle katıksız varlık kavramının yokluk kavramını içerdiği görülür. Ama bir kategorinin ötekini içerdiğini göstermek, bir kategoriyi bir bölümden çıkarsamak demektir .Böylelikle yokluk kategorisini varlık kâtegorisinden çıkarsamış oluyoruz.

Varlığın yokluk olduğu, veya varlıkla yokluğun özdeş olduğu önermesi, belli bir çeşit varlığın, örneğin bu masanın yoklukla aynı şey olduğu veya yemek yemenin yemek yememekle aynı şey olduğu gibi saçma, bir anlamda anlaşılmamalıdır. varlık kategorisi bir soyutlamadır, oysa masa ve yemek somut nesnelerdir ve varlığın bunun yanında türlü özgül belirlenmeyle donanmışlardır. Masanın dört köşeliği, kahverengiliği, katılığı gibi bütün özgül ~belirlemelerden soyutladıktan sonra kal,an katıksız soyut varlık düşüncesin- den söz ediyoruz. Yokluk fikriyle aynı alan bu tamamen boş varlık düşüncesidir. Aynı şeyi başka bir biçimde de anlatabiliriz. Bir şeyin «olduğunu”, ama bu “olma”sı dışında hiç bir nitelik veya kişiliğistiği olmadığını söylemek – bu şeyin hiçbir şey olmadığını söylemekle birdir. Masa dört köşe, kahverengi, katıdır. şimdi şekilini yok edelim, katılığını, rengini, bütün niteliklerini alalım, geriye hiçbir şey kalmaz. Masanın “olduğunu” ama “olma” dışında hiçbir nitelik veya özelliği olmadığını Söylemek, masanın «olmadığını>, söylemekle aynı şeydir. Demek ki katıksızca “almak”, başka herhangi bir belirlemeye uğramaksızın «olmak», olmamakla eştir. Varlık, yok – varlıkla veya yokluklar özdeşir. Özdeş olduklarına göre birbirlerine dönerler. Varlık yokluğa döner. Ve tersine, yokluk da gene varlığa döner; çünkü yokluk düşüncesi boşluk düşüncesidir ve bu boşluk katıksız varlıktır. Her kategorinin böylece öbür kategori içinde kaybolması sonucu üçüncü bu fikir görülmektedir ki bu da varlık ile yokluğun birbirlerine geçişleri. fikrıdir. Bu, oluş kategorisidir. Parmenides oluşu incelemiş ve yalnız iki şekili, yokluğun varlığa ve varlığın yokluğa geçişi şekillerinin olduğunu söylemişti. Birinci şekil başlangıç, doğuş, varlık durumu- geliştir; ikincisi sona ermek, bitmek, yok almaktır. Böylelikle şimdi üç kategorimiz oldu. Varlıkla başlamış- tık. Bundan yakluğu çıkarsadık. Bu ikisi içindeki ilişkilerden de oluş çıkarsadık. Bunlar, Hegelci Mantığın ilk üç kategorisidir. Şimdi burada sözkonusu olan genel.yöntem ilkelerini ele alalım. Bir kere bu üç kategori sırayla cins, ayırt, tür ‘dür. Varlık, ci. dıran bir varlıktır, yok – varlık bulaşmış bir varlıktır. Yok – varlıkla varlık fikirlerini birleştirdiğimizde oluş düşüncesine geliriz. Yok – varlık veya yokluk, yani ikinci kategori, bundan dolayı ayırt’tır. Varlık, yokluk, oluş ilk Hegelci üçlüdür. Bütün sistem boyunca bu üçlü ritm görülür. Her üçlünün birinci kategorisi, burada olduğu gibi, olumlayıcı bir kategorisi, bura.da olduğu gibi, olumlayıcı bir kategoridir. Buradaki gibi olumlu bir öne sürüm, örneğin varlık, olmak şeklinde görülmektedir. İkinci kategori her zaman birincinin olumsuzu, veya zıtıdır. Birincinin olumladığını yoksar, yani yok – varlık, olmamak, v.b. olur. Bu ikinci kategoriyi Hegel hiçbir dışsal kaynaktan getirmez. İkinci kategori birinciden çıkarsanır, demek ki birinci ikinciyi içerir ve onu kendi içinden çıkarır. Kategorileri bizim; Hegel ‘in çıkarsamadığını söylerken kastedilen budur; onlar kendi kendilerini çıkarsar. Böylelikle ilk kategori kendi zıtını içerir ve bununla özdeşir. Bu noktada iki kategori yüz yüze ve birbirleriyle çelişerek dururla.r. Ama bu çelişki içinde böyle durmak imkânsızdır, çünkü bu aynı şeye aynı anda zıt kategorilerin uygulanabileceği manasına gelmektedir. Sözkonusu üçlü örneğinde herhangi bir şeyin “olduğunu” dile getirdiğimizde bunun yanı sıra “olmadığını” kabul etmemiz gerektiği ,manasına gelmektedir: Çünkü varlık zorunlukla yokvarlığı içerir ve bundan dolayı bir şeyin varlığı olması, yani şeyin olması için, bunun yanı sıra zorunlukla yok – varlığı alması, yani o şeyin olmaması gerekir. Bir şey nasıl aynı anda hem olup hem olmayabilir? Bunun cevabı, oluş sürecindeyken, yani olurken, hem olduğu hem olmadığıdır. Başka bir söyleyişle birinci ve ikinci kategorileri ,içindeki çelişki her zaman, önceki ıki kategorinin birliği olan üçüncü bölümde uzlaşır. üçüncü kategori kendi içinde, önceki ‘ikinin zıtlığını içerir, ama bunun yanı sıra temelde yatan uyumlarını ve birliklerini de içerir. bundan dolayı oluş, yak – varlık olan bir varlık veya varlık olan bir yok – varlıktır. Çelişik varlık ve yokluk fikirlerini uyumlu bir birlik içinde bileştiren tek bir düşüncedir. Bir üçlünün üç üyesine arada bir sırasıyla tez, antitez, sentez , de denir. Varılan sentez şimdî yeni bir olumlama olarak kendini koyar ve yeni bir. üçlünün tezi olan olumlu bir kategori olur .Bu yeni çelişki de, yeni bir sentezin daha yüksek birliği içinde çözülmelidir. O zaman bu da yeni bir üçlünün tezi olur ve bu böylece sürüp gider. Bütün bu kategoriler sürecinin, aklın zorlayıcı zorunluğu ile ilerlemek zorunda bırakılan bir zaman olduğu görülmektedir. Akılcı zorunluğa uyarak zıtını yaratmakta ve onunla çelişmektedir. Akıl, kendisiyle – çelişende duramayacağı için ilerlemeyi zorunlu kılmakta ve böylece senteze varılmaktadır. Baştan sona kadar bu böyledir. Bu süreç duramaz. Artık çelişki yaratmayan bir kategoriye varıncaya kadar devam etmelidir. Bu, Mantığın nihaî kategorisi olacaktır. O zaman dünyanın ilk sebebinden dünyaya geçebilecektir, doğa ve ruh alanlarına. Doğa v e ruhun ayrıntı kısmını geliştirirken de Hegel Mantıkta . kullandığı üçlülere aynı diyalektik yöntemi kullanır. Diyalektik yöntem, görünüşte, her bölümden içinde olmayanı çıkarma mucizesini başarır. Sorun, cins kendi ayırtını dışarıda bırakırken, cinsten türe nasıl geçileceğiydi. Hegel ‘in buluşu, aranan ayırtın(karşısav’ın) her zaman olumsuz olduğunu ve bu durum iyice kavrandığında, cinsin ayırtını dışarıda bıraktığı yolundaki eski görüşün çok doğru olmadığıdır. Hegel’in “anlama” dediği eski cins görüşü ile akıl (nedenl görüşü olan doğru görüşü karşı karşıya geldirdığımızda bu ikinci noktayı daha iyi anlayacağız. Anlama, yokluk ve varlık gibi iki zıtın her zaman birbirlerini dışarıda bıraktıklarını kabul eder. Ama bu dışarıda bırakma mutlak değildir. İki zıtın özdeş olmasını önlemez. Dolayısıyla cinsin ayırtı tamamen dışarıda bıraktığını ileri süren eski görüş bütünüyle doğru değildir. Başlangıçta imkânsız bir mucize gibi görünen şeyi Hegel ‘in başarmasına neden olan da bu buluştur. aranan ayırtın olumsuz olduğu konusu, olumsuzlamanın belirleme olduğu ilkesine dayanır. Cinsten türe varmak için gerekli olan ,özgül bir belirlemedir. Cins belirlenmemiştir, tür belirlenmiştir. Gene bir belirleme eklersek türü elde ederiz. belirlemenin olumsuzlama olduğu ilkesini Spinoza getirmişti, Hegel şimdi bu ilkeyi tersine çevirerek, olumsuzlamanın belirleme ‘ olduğu şeklinde kullanıyor Gene olumsuzunu, zıtını ekleyerek, onu sınırlar, bundan dolayı belirleriz ve belirleyince de onu türe indirgemiş oluruz. Her kategorinin kendi zıtını içerdiği ve hatta kendi zıtı olduğu ilkesi arada bir Hegel’in çelişme yasasını yoksaması olarak yorumlanmıştır. Varlık ve yok – varlığın özdeş olması gerçekten o yasayı bozar gibidir. Ama, Hegel ‘in çelişki yasasını yok- sadığını söylemenin doğru olmadığı, her üçlünün ikinci kategorisinden üçüncü kategorisine bu yasa yoluyla geçmek zorunda olduğumuzu söylemesinden bellidir. Akıl bir çelişkide duramayacağı için, tezle anti- tez içindeki çelişkinin bir sentezde çözülmesi gerekir. Gene de, Hegelci zıtların özdeşliği ilkesinin, düşünce tarihinde en çarpıcı kurgusal cüretlilik emsallarinden biri olduğunu kabul etmeliyiz. Ama bu cüret haklıydı ve felsefenin eski problemlerinin çözülmesi için zorunluydu. Ayrıca, incelendiğinde, Hegel’in bu ilkesinin sanıldığı gibi çiçeği burnunda bir şey olmadığı görülecektir. Daha önceki yazarların yazılarındaki belirtik imalar dışında, aslında bütün önceki felsefe de bu ilkeyi içerir Hegel ‘de yeni olan yalnızca, bunu mantıki bir ilke olarak önermesi ve formüllendirmesidir; öncedenki düşünürler, aslında buna yaslanırken, açıkça söylemekten çekinmişlerdi. Çünkü dünyanın çeşitliliğini bir birliğe indirgeyen felsefelerin hepsi, Eleacıların, Vedantacıların, Platinus veya Spinoza ‘nın öğretileri, zıtları birliğine inanmak zorundadır. Bütün bu felsefelerde gerçekliğin tek olduğu, çokun bu birden oluştuğu, veya başka. bir söyleyişle çok’un aslında~ bir olduğu ve bu iki zıtın, çak ile bir’in, özdeş olduğu söylenir. Vedantizm “her şey birdir” ilkesine dayanır’. “Her şey” ile anlatılan, belli ki, çok’tur, dünyanın çokluğudur. Ve bundan dolayı bu ilke, çok’un zıtı ile, bir ile özdeş olduğu manasına gelmektedir. Bütün panteıst sistemlere özgü olan, çok’un bir’den çıktığı iddiası, Hegel’in yok – varlığın varlıktan çıktığını söylemesine paraleldir (ama bu, Hegel’in panteist olduğu manasına gelmez . Gene bütün bu felsefelerde, bir bitimsiz, çok ise bitimlidir. Bitimsiz bitimliyi kendinden çıkarır, bitimli olur, bundan dolayı bitimlidir. Bitimsiz zıtı olan bitimli ile özdeştir. Ama bu’ felsefelerin hiçbiri bu ilkeyi açıkça koyamadılar, kavrayamadılar ve bundan dolayı felsefenin kadim ikiliğini çözemediler. Çok, bir’den çıkar, bir’dir, dediler. Ama, çok ile bir zıtken, çok bir değil’ken, bu nasıl olabilirdi? Demek ki çok bir’den çıkmıyor ve çıkamaz. Ve bu çelişki tahtirevallisinin ötesine bir türlü geçemedi eski filozoflar. Bazı düşünürler çokluğu vurguladı, ama oradan bir’e giden kö p rüyü bulamadı. Bunlar çoğulcular ve maddecilerdi. Başka düşünürler birliği vurguladı, ama burada;dan çok’luğa giden köPage Rankingüyü bulamadı. Bunlar panteistler, mistikler, soyut idealistlerdi. Felsefe tarihi bu iki eğilim içinde devamlı bir gidip gelme süreci oldu. Her iki eğilim de zorunlulukla ikicilikte son buluyordu. Hegel ‘in cüreti ve özgünlüğü, iki zıtın , zıtlıklarını muhafaza ederken özdeş olmalarının mantıken nasıl olabilecek olabildiğini açıklaması ve ayrıntı kısmıyla göstermesidir. Bir ile çok’un özdeş olduğu düşüncesi eski filozofları o kadar korkutuyor ki bunu incelemeye bile girişemediler. Oysa Mantık’da işte bu sorunun çözüldüğünü görürüz. Hegel birlik düşüncesinin (kategorisinin) çokluk fikriyle nasıl hem özdeş hem de ayrı olduğunu kusursuz bir kesinlik ve açıklıkla ,anlatır. Varlığın zıtı olan yoklukla nasıl özdeş olduğunu tamamen mantıki ve akılcı bir biçimde nasıl anlattığını gördük. ‘ Şu halde, Hegel ‘deki yenilik, öncedenki sistemlerde örtük olarak ima edileni belirtik bir mantıki ilke olarak formüllendirmesidir. O zamana kadar mantıkta, olumlu ile olumsuzun birbirlerini dışarıda bıraktıkları, aralarında aşılmaz bir uçurum olduğu kabul edilmişti. Her zaman A, A’dır diyebileceğimiz, amâ hiçbir durumda A; A – değil’dir, diyemeyeceğimiz kabul edilmişti. Misal verilecek olursa Spinoza, bitimli ile bitimsizi karşılıklı olarak birbirini dışarıda bırakan zıtlar olarak görmüştü. Dolayısıyla Spinoza bitimlinin bitimsizden nasıl çıktığı sorununu çözmeyi olabilecek göremedi. Sadece A, A’dır diyebiliyorsak, bitimsiz bitimsizdir diyebiliyorsak A’ her zaman A olarak kalmalı, bitimsiz her zaman bitimsiz alarak kalmalıdır, bundan dolayı kendi içinde kısırdır ve bitimli dünya hiçbir zaman ondan çıkamaz. Lakin bitimsiz bitimliyi, var- lığın yok – varlığı içerdiği g’ıbi içerirse~ bitimsiz bitimli ise, A ,A – değil ise, bu problemi çözebiliriz. Karşıtların özdeşliğinin, bu zıtların zıtlığını dışarıda bırakmadığına özen göstermek gerekir. A ve A – değil, özdeştirler. Ama bunun yanı sıra ayrıdırlar. Sadece bir zıtların özdeşliği yoktur; bunun yanı sıra zıtların özdeşliği mevcuttur. Karşıtlık da özdeşlik kadar gerçektir. Bunu unutur ve özdeşliğin, zıtlık hayalidir manasına geldiğini sanırsak, ilkemiz alt üst olur, çünkü . a zaman zıtların değil özdeşlerin özdeşliği ile yüz yüzeyız ve bunun mantıkî formülü de eski A = A’dır. Böylelikle varlık ve yokluk, ikisi de aynı tam boşluk olduğu için özdeştirler. Ama bunun yanı sıra ayrı ve zıttırlar, çünkü varlık varlık, yokluk da yokluktur. Ama, bu koyuş kendi içinde çelişir. Önce iki terimin ayrı olduğunu dile getiriyoruz. Sonra da özdeş olduklarını ileri sürüyoruz. Bizi üçüncü kategoriye getiren de bu çelişkidir. Üçüncü kategori olan “oluş”da ise, özdeşliğin doğrunun tama,mı olmadığını, ayrılığın da doğrunun tamamı olmadığını, doğrunun tamamının, ayrılık içinde özdeşlik olduğunu görürüz.

* Burada ayırt kelimesini differentian karşılığı kullanıyoruz. Türkçe felsefe dilinde buna ayrım da deniyor. Lakin, I “ayırım”başka yerlerde “distinction”~ karşılığında kul1andığımız için bu kavramı “ayırt” kelime’siyle karşılamayı tercih ettik. Bu son paragrafta anlatılan “cins,ayırt-tür” üçlüsü Hegel’ diyalektiğinin ünlü “tez-antitez-sentez” üçlüsü ile özdeştir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.