Jack London, 12 Ocak 1876 senesinde San Francisco’da dünyaya geldi. Doğduğu ev 1906 San Fransisko depremi sırasında çıkan yangında tamamen yandı ve bunu belirtmek için 1953 senesinde Kaliforniya Tarih Derneği aracılığıyla bir tabela koyuldu.
London ailesi işçi sınıfından geliyor olsa da aslında Jack London’ın ileride yazdıklarında iddia ettiği kadar yoksul değillerdi. Jack London, özellikle yerel kütüphanede kitap okuyarak kendi kendisini eğitmiştir. 1885’te, Ouida’nın eğitimsiz bir İtalyan köylü çocuğunun opera bestecisi olarak ün kazanmasını anlatan romanı Signa’yı okudu. Bu romandaki karakter onun edebiyat bölgesindeki kendi hedeflerine ulaşması yönünden prototipi olacaktı.
1886 senesinde Oakland Yerel Kütüphanesi’nin sempatik kütüphanecisi Ina Coolbrith’ı (sonraları Kaliforniya’nın ilk sayılan şairlerinden ve San Francisco edebiyat topluluğunun önemli bir şahsiyeti olmuştur) keşfetmesi Jack London için önemli bir gelişme olmuştur.
London 1889 senesinde Hickmott konserve fabrikasında günde 12-18 saat çalışmaya başladı. Bu ağır iş koşullarından kurtulmak için siyahi sütannesi Virginia Prentiss’den borç para alarak French Frank adındaki bir istiridye korsanından Razzle-Dazzle adlı şalopayı satın aldı. Böylelikle o da bir istiridye korsanı oluyordu. John Barleycorn’da French Frank’ın metresi Mamie’yi kaçırdığından söz edilir. Birkaç ay sonra yelkenlisi tamir edilemeyecek düzeyde zarara uğradı. Bu olaydan sonra safını değiştirerek Kaliforniya Balık Devriyesi’nin bir üyesi oldu.
1893 senesinde Japonya sahillerine gitmek üzere Sophia Sutherland adlı fok balıkçısı uskunaya girdi. Döndüğü zaman ülkesi 1893 Krizi’nin ve Oakland’daki işçi huzursuzluklarının etkisi altındaydı. Bir hintkeneviri fabrikasında ve bir elektrik santralinde ağır iş koşulları altına çalıştıktan sonra serserilik yaşantısına başladı.
1894 senesinde serseriliği sebebiyle Buffalo’daki Erie County Cezaevi’nde 30 gün hapis yattı. Daha sonraları Yol adlı kitabında bu hapishanedeki ortamı “düşünülemeyecek” korkunçlukta, “insanın düşebileceği en derin çukur” olarak tarif etti.
Serserilik ve denizcilik tecrübelerinden sonra Oakland’a döndü ve Oakland Lisesi’ne kaydoldu. Burada Aegis isimli okul dergisine birkaç yazısıyla katkıda bulunmuştur. Bu yazılardan yayına giren ilk eseri “Japon Kıyılarında Tayfun”, denizcilik tecrübelerinin bir meyvesidir.
Jack London Berkeley Üniversitesi’ne girmeyi çok istedi ve 1896 senesinde bir yaz dönemi yoğun ders çalıştıktan sonra başardı fakat maddi zorluklar yüzünden 1897 senesinde ayrılmak zorunda kaldı ve bu yüzden hiçbir zaman diploması olmadı. Üniversitedeki öğrenci yayınlarında yazısı olduğuna dair kayıt yoktur…
25 Temmuz 1897 tarihinde London, kayınbiraderi James Shepard ile Klondayk Altın Avı’na (Klondike Gold Rush) katılmak üzere yola koyuldu. İlk başarılı öykülerini de burada yazacak olan London için Klondayk dönemi sağlığı yönünden pek de iyi gitmedi. Klondayk’taki diğer bir çok kişi gibi o da beslenme yetersizliğinden iskorbüt hastalığına yakayı ele verdi. Bu hastalık dişetlerinin şişmesine ve sonrasında dört ön dişini kaybetmesine yol açtı. Aynı zamanda karın ve bacak kaslarındaki ağrılar da ona ıstırap veriyordu. Neyse ki “Dawson City’nin ermişi” peder William Judge, ona ve onun gibi çeşitli hastalıklarla boğuşan bir çok insana barınacak yer, yemek ve ilaç temin etti. London’ın sağlığı bu sayede düzeldi ve bu cizvit papazı aracılığıyla belki de yaşamı kurtarılmış oldu. London, Klondayk’ın tüm kuvvetliklerine karşın hayatta kalmayı başardı. Bu çabası onun en iyi eserlerinden sayılan Ateş Yakmak adlı kitabını yazmasına esin kaynağı olmuştur.
Dawson’daki konut sahibi Bond ailesiydi. Marshall ve Louis; Yale ve Stanford’dan mezun maden mühendisleri, babaları Hiram Bond ise şirket avukatlığının bunun yanında zengin bir altın madeni yatırımcısıydı. Bondlar, başta Hiram olmak üzere, aktif birer cumhuriyetçiydiler.
Jack Oakland’ı iş etiğine bağlı, sosyal vicdan sahibi, sosyalist eğilimli biri olarak terk etti ve sosyalizmin aktif bir destekçisi haline dönüştü. Ayrıca kendisi için yoksulluktan tek çıkış yolunun eğitim alıp “beynini satmak” olduğu kararına vardı.
1898’de Oakland’a döndüğünde ciddi olarak yazdıklarını yayınlatma çabasına girişti. Bu dönemi “Martin Eden” adlı romanında akıllara kazınacak bir biçimde anlatır. Yayımlanan ilk öyküsü “Yoldaki Adam”dı. Bu öyküsü için “Overland Monthly” ona yalnızca 5 dolar teklif edince Jack London yazarlık kariyerini sonlandırmanın eşiğine gelmişti. Lakin “The Black Cat” dergisi “A Thousand Deaths” adlı öyküsünü yayınlamak için 40 dolar ödemesiyle, kendi deyimiyle, “kelimenin tam anlamıyla paçayı kurtarmıştı”.
Jack London yazarlık kariyerindeki zamanlama hususunda şanslıydı. Tam da düşük maliyetli dergi üretimini olabilecek kılan yeni basım teknolojilerinin çıktığı ve bunun neticesinde geniş kitleleri amacında olan popüler dergilerin patlama yapıp büyük bir kısa öykü pazarının oluştuğu zamanda yazarlık mesleğine adım atmıştı. 1900’lerde yazarlıktan 2.500 dolar (90’lerin 75.000 doları) kazandı.
“Batarde” ve “Diable” olarak iki farklı adla dergilere sattığı bir kısa öyküsünde, zalim bir Fransız asıllı Kanadalı ile köpeği anlatılır. Köpek vahşileşir ve sonunda intikam için sahibini öldürür. London, köpeği kötülüğün simgesi olarak gösterdiği için yapılan eleştirilere karşı, hayvanın davranışının asıl nedeninin adamın tutumu olduğunu dile getirmiş, Saturday Evening Post için yazdığı “Vahşetin Çağrısı” adlı öyküsünde bu görüşünü ayrıntılandırmıştır. Santa Clara vadisinde geçen bu öykü Buck adındaki St.Bernard-çoban köpeği kırması bir köpek üzerine kuruludur. Aslını söylemek gerekirse açılış sahnesi Bond çiftliğinin bir tarifidir ve Buck da Dawson’da ev sahipleri aracılığıyla ödünç verilen bir köpeğe dayanmaktadır.
Şair George Sterling ile Oakland’ın Lake Merritt bölgesinde kiralık villasında yaşarken tanışan London ve Sterling zamanla birbirlerinin en iyi arkadaşı oldular. 1902’de Sterling London’a California Piedmont’daki kendi evinin yakınlarında bir ev bulması hususunda yardımcı oldu. London, mektuplarında karga burnu ve klasik kişiliği sebebiyle Sterling’e “Greek” diye hitap etmiştir ve bunları “Wolf” adıyla imzalamıştır. Sonradan London Sterling’i; otobiyografik eseri Martin Eden’de Russ Brissenden kişiliğiyle, “Ay Vadisi”nde ise Mark Hall kişiliğiyle betimleyecekti.
Daha sonraki yaşamında London geniş kapsamlı şahsi kütüphanesine kendini adadı. London 15.000 ciltlik bu kütüphaneye “Benim Ticari Araçlarım” derdi.”
Jack London 7 Nisan 1900 tarihinde, Kurdun Oğlunun yayına girdiği gün, Bess Maddern ile evlendi. Bess birkaç senedir arkadaş çevresinin bir parçası olmuştu. Stasz’e göre “Her ikisi de açıkça evliliklerinin aşktan yoksun olduğunu söylemekteydiler, fakat evliliklerinin sağlıklı meyvelerini verecek olan arkadaşlıkları ve birbirlerine olan inançlarıydı.” Kingman’a göre de: “Birlikte rahatlardı… Jack, Bessie’ye ona aşık olmadığını açıklamıştır fakat başarılı bir evlilik yapabilecek kadar onu sevmiştir.”
Evliliği sırasında, “Kempton-Wace Mektupları”nı birlikte yazdığı Anna Strunsky ile arkadaşlığını sürdürmüştür. “Kempton-Wace Letters” aşka iki bakışı karşı karşıya geldiran mektuplardan bir araya gelen bir romandır. Anna Strunsky’nin kaleme aldığı Dane Kempton’ın mektuplarında evlilik romantik bir bakış açısıyla tabir edilirken Jack London’ın kaleminden çıkan Herbert Wace’in mektuplarında Darwinizm ve Öjenik’e dayanan bilimsel bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. Romanın kurgusal kişiliği Wace tanıdığı iki kadını şöyle karşı karşıya geldirmaktadır: “İlki çılgın, oyunbaz, harika, ahlaksız ve hayat dolu bir varlıktı. Şu anda bile onu hatırladığımda kalp atışlarım hızlanır… İkincisi göğüs kabgit gide artan, harika bir anneydi. Bu türü bilirsiniz, onlara “İnsanlığın anneleri” derim. Bu türden dünya üzerinde o kadar çok var ki, emzirilirken imanla doluyoruz. Oynak olanı yatılacak bir kadındı, fakat bu Ana idi. Bunun bunun yanında yaşamın hiyerarşik düzeni içinde en son, en yüksek ve en kutsal basamakta yer alır.” Wace şunu da itiraf eder: “Ben, gönül maceralarımı akılcı bir davranışla düzenlemeyi tercih ederim… Bu nedenle Hester Stebbins ile evlendim. Ne modası geçmiş hayvansı seks çılgınlığı, ne de eskimiş romantizmin büyüsüne kapılıp evlenmeye zorlandım. Ben, beden ve ruh sağlığı ile uyumlu bir birliktelik için anlaşma imzaladım. Benim akıl gücüm bu anlaşmaden zevk almalı.” Onu evlenmek niyetinde olduğu kadına mecbur eden şeyin ne olduğunu araştırırken de Wace şöyle der: “İçimizdeki, her erkek ve kadının içindeki Doğa Ana, soy sop diye haykırır.”
Gerçek hayatta Jack’in Bess’e taktığı ad “Mother-Girl”, Bess’in Jack’e taktığı ise “Daddy-Boy”du. İlk çocukları Joan 15 Ocak 1901’de, ikinci çocukları Bessie (sonradan Becky denildi) 20 Ekim 1902’de dünyaya geldi. Her ikisi de London’ın en ünlü çalışmalarından “Vahşetin Çağrısı”nı yazdığı yer olan California Piedmont’ta dünyaya geldilar.
Joseph Noel’e göre “Bessie ebedi bir anneydi. Başta Jack için yaşıyordu, onun elyazılarını düzeltiyordu, ona gramer öğretiyordu fakat çocuklar olunca onlar için yaşamaya başladı. Bu nokta onun en büyük gururu ve ilk gafı idi. Jack, Noel ve George Sterling’e şunları yakındı, “O namusuna bağlı biri. Onun ahlakının basit soyunun baskısı olduğunu dile getirdiğim zaman benden nefret ediyor. O kahrolasıca namusu için beni ve çocuklarını satabilir. Bu berbat bir şey. Evden ayrı geçirdiğim zamanların sonunda her eve dönüşümde aynı odada kalmama bile izin vermiyor.”. Stasz’a göre “bunlar Jack’in hayat kadınlarıyla ilişkiye girip, eve zührevi hastalık getirmesinden korkan Dess’in aldığı önlemlerdir.”
24 Temmuz 1903’te Jack London, Bessie’ye ayrılmak istediğini dile getirdi ve evden taşındı. 1904 yılı boyunca boşanma şartlarını görüştüler ve 11 Kasım’da boşanma karara bağlandı.
1904 senesinde Maddern’den boşandıktan sonra, 1905’te Charmian Kittredge ile ikinci evliliğini yapmıştır. Biyografi yazarı Russ Kingman, London’un ikinci eşi Charmian’ı şöyle tanımlar: “Jack’in ruh eşi, her zaman her hususta onun tarafındadır; müthiş bir çift!”.
Jack “Anne Kadın” ve “Arkadaş Kadın” kavramlarını “Kempton-Wace mektupları”nda karşı karşıya geldirmıştı. Bess’e taktığı ad “Anne Kız” iken, Charmian’a taktığı ad “Anne Kadın”dı. Charmian’ın Victoria Woodhull’un öğrencisi olan teyzesi ve süt annesi onu rahat yetiştirmişti. Her biyografi yazarı Charmian’ın sınır tanımayan cinselliğine atıfta bulunur; Noel muzipçe, “Charmian Kittredge adındaki genç bir bayan Piedmont’ta pamuklu sütyenler ve güzel bir kalçaya sıkıca oturan kısa kesim eteklerle yaşandı.” Stasz ise doğrudan, “Titiz ve nazik bayanı şehvet dolu ve özel olarak cinsel açıdan zinde bulmak gizli bir hazine keşfetmek gibiydi.” ve Kershaw da kaba bir biçimde, “Sonunda zinaya tapan bir kadın vardı, Jack’in onu orgazm etmesini istiyor ve bunu çok fazla yapmayı bekliyordu; ağzına indirilen sadistçe yumruk bile onu gözyaşlarına boğmuyordu.” demiştir.
Noel, 1903’ten 1905’e kadar geçen hadiseleri “İbsen’in ilgisini çeken bir aile dramı… London bir tür endişesız romantizm ve komedi rahatlığı içindeydi,” diye anlatır. Ana hatlarıyla, Jack London evliliğinde hareketliydi; evlilik dışı cinsel olaylar arıyordu ve bunu Charmian’da buldu, yalnızca cinsel olarak aktif ve serüvenci bir partner değil bunun yanı sıra geleceğinin hayat arkadaşı olacaktı. Charmian Bessie’ye cana yakın gözükmeye çalışarak niyetini gizlerken Bessie ve diğerleri Anna Strunsky’yi rakipleri olarak algılayarak yanıldılar.
Çocuk sahibi olmak istedilerse de bebeklerinden biri doğum sırasında öldü öteki hamilelik ise düşükle neticelendi.
1906’da “Collier’s Weekly” dergisinde 1906 San Fransisco depremi üzerine görgü tanıklığı raporu yayımlandı.
1910’da Jack London 26.000 dolara California Glen Ellen’da Sonoma Dağının doğu yamacında 4 km²’lik bir çiftlik satın aldı. “Eşimin yanında, çiftlik bana dünyanın en güzel şeyi olarak gözüküyor.” der, çiftliğin başarılı bir ticari girişim olmasını isterdi. Yazarlık her zaman için London’a göre ticari bir girişimken şimdilerde ise anlamını tamamen yitirdi; “Bana ait olan Beauty Ranchten başka bir amaç için yazmam. Muhteşem mülküme bir veya iki dönüm eklemek dışında bir amaçla kitap yazmam.” 1910’dan sonraki edebi eserleri daha çok ticari amaçlıydı. Çiftliğe kazanç sağlama ihtiyacıyla yazılmışlardı. Joan London, “Çok az sayıda eleştirmen onun eserlerini ciddi olarak inceleme gereği hissediyordu ki Jack’in artık çaba göstermediği ortadaydı.” diye yazmıştır.
Çiftlik bir çok yönden büyük bir fiyaskoydu. Stasz gibi iyimser yorumcular onun projelerini potansiyel olarak uygulanabilir görmüşlerdir ve başarısızlığı kötü şansa veya döneminin ilerisinde olduğuna bağlamışlardır. Oysaki Kevin Starr gibi kötümser tarihçiler onun kötü bir yönetici olduğunu, başka endişelerinden etkilendiğini ve alkolik olmasından zarara uğradığünü iddia etmektedir. Starr, London’ın 1910 ile 1916 içinde yılda altı ay çiftliğinden uzakta olduğunu belirtir ve “Yönetsel gücün gösterişini sevdi, bunaltan ayrıntılara dikkat etme konusunu değil… London’ın çalışanları onun büyük bir çiftlik sahibi zengin bir kişi rolünü oynaması çabasıyla alay ediyorlardı.” diye yazar.
Jack London Hawai’yi son kez Aralık 1915’te ziyaret etti. Hawai’de olduğu 8 aylık sürede Dük Kahanamoku, Prens Jonah Kūhiō Kalaniana’ole, Kraliçe Lili‘uokalani ve diğer bir çok kişiyle tanıştı. Temmuz 1916’da çiftliğine geri dönen London, böbrek yetmezliği şikayetine rağmen çalışmaya sürdü.
Çiftlik şu anda koruma altında olup Jack London Milli Parkı içindedir.
Jack London kariyeri boyunca defalarca intihalden suçlandı. Saldırıya açıktı, sırf dikkat çekici ve başarılı bir yazar olmasından değil çalışma metotları sebebiyle de. Elwyn Hoffman’a yazdığı bir mektupta, “ifade etme icat etmekten daha basittir,” demiştir. Sinclair Lewis’ten öykü ve roman için taslaklar satın almış, öyküleri için gazete küpürlerini çokca kullanmıştır.
Egerton R. Young “Vahşetin Çağrısı”nın kendi kitabı “Northland’daki Köpeklerim”den alındığını iddia etmiştir. Jack London yanıt olarak onun kitabını kaynak olarak kullandığını kabul etmiş ve Young’a bir teşekkür mektubu yazdığını ileri sürmüştür.
Temmuz 1902’de, iki ayrı kurgu aynı ayda yaşandı: Jack London’ın San Fransisco Argonauttaki Moon-face i ile Frank Norris’in Centurydeki The Passing of Cock-eye Blacklocku… Gazetelerin karşı karşıya geldirmalarına göre London’ın karakter tanımlamaları davranış olarak tamamen farklı, temelde ve dürtülerde ise açık bir biçimde aynıydı. Jack London bunu, iki yazarın da hikâyelerini aynı gazete için yazmış olmalarına bağladıysa da ardından Charles Forrest McLean’in aynı olayı kurguladığı romanının bir yıl önce paylaşımı yaptığı yaşandı.
The New York World’ün 1906 senesinde paylaşımı yaptığı “ölümcül benzerlik” isimli makalede, Jack London’ın “Love of Life” isimli kısa hikâyesinin 18 bölümü, Augustus Biddle’ın kurgudışı makalesi ve J. K. Macdonald’ın “Gece Yarısının Güneşi Diyarında Kayıp” isimli yazılarıyla yanyana karşı karşıya geldirmıştır. London’ın Biddle’ın yazısını yeniden gerçekleştirdiği ispatlandıktan sonra London da alakalı eserlerden ilham aldığıni kabul etmiştir.
En ciddi suçlama, Jack London’ın dünyaca ünlü Demir Ökçe romanının “Piskopos’un Gördüğü Hayalet” isimli 7. Bölümü ile ilgili ortaya atılmıştır. Bu bölüm, Frank Harris’in 1901 senesinde yayına giren “Londra Piskoposu ve Halk Ahlâkı” isimli ironik denemesinin birebir kopyasıdır. Bu olaydan dolayı öfkelenen Harris, kitabın telif haklarından 1/60 oranında hisse talep etti. Jack London ise bu bölümün bir gazete küpürü olarak eline geçtiğini, yazıyı gerçek Londra Piskoposunun gerçek bir konuşması olduğunu zannederek kullandığını öne sürdü. Joan London ise bu savunmayı “gerçeklerden uzak” olarak yorumladı.
Jack London 20 yaşında sosyalizmi benimsedi. Bundan önce sağlıklı ve kuvvetli bünyesinden kaynaklanan bir iyimserliğe sahip, çok çalışan ve dünyaya olumlu gözle bakan bir kişiydi. Lakin “Nasıl Sosyalist Oldum” adlı makalesinde de dile getirdiği gibi halkın en alt tabakalarını daha yakında zamandan gördükçe sosyalist fikirleri oluşmaya başladı. İyimserliği ve ferdiyetçiliği ağır ağır söndü ve mecbur olmadıkça hiçbir zaman daha fazla çalışmamaya karar verdi. Yazılarında ferdiyetçiliğinin bünyesinden sökülüp çıktığını ve bir sosyalist olarak tekrar doğmuş olduğunu belirtir. London Sosyalist İşçi Partisi’ne ilk kez Nisan 1896’da katıldı. 1901’de Sosyalist İşçi Partisi’ni bırakıp yeni kurulan Amerikan Sosyalist Partisi’ne girdi. 1896’da San Francisco Chronicle gazetesi, Oakland Hükümet Konağı bahçesinde geceleri halka sosyalizm üzerine konuşmalar yapan 20 yaşındaki London’ı yazıyordu. Bu faaliyetlerinden ötürü 1897 senesinde tutuklandı. Önce 1901’de (245 oy alarak) ardından da 1905’te (oylarını 981’e çıkararak) Oakland’ın belediye başkanlığına aday oldu fakat seçilemedi. 1906’da sosyalizm üzerine konuşmalar yapmak üzere ülke gezisine çıktı ve sosyalizm üzerine makale derlemelerini paylaşımı yaptı [The War of the Classes (Sınıflar Savaşı), 1905; Revolution, and other Essays (Devrim ve Diğer Makaleler, 1910)].
Çoğunlukla mektuplarını “Devrim için” diye imzalardı.
Demir Ökçe isimli romanı başta olmak üzere yazarın bir çok eserinde sosyalist bakış açısını açıkça görebiliriz. Yazarın bu bakış açısı kuramcı yahut entellektüel sosyalizmden değil, daha çok yaşam tecrübelerinden ve kendi içinden gelmektedir.
Glen Ellen’daki çiftlik senelerında London, sosyalizme karşı karışık duygular beslemeye başlamıştı. Yazar olarak büyük mali başarıya ulaşan London aynı başarıyı çiftlikte de yaşamayı çok arzuluyordu fakat bu gerçekleşmedi. Çalışanları içindeki İtalyan işçilerin verimsiz olmasından şikayetçi olan yazar 1916’da çiftlik işletmesine son verdi.
London’ın 1904 tarihli, The Yellow Peril makalesi, o zamanda yaygın basmakalıp görüşlerin tekrarıdır: “Koreli tam bir verimsizlik örneği, Çinli tam bir sanayi tipidir”. “Büyük ırk maceramızın, denizdeki ve karadaki yağmalarımızın, tutku ve vahşetimizin ve yaptığımız tüm kötülüklerin arkasında gene bize ait, hiç şüphesiz tamamen bizim olan belirli bir tutarlılık, bilinçli bir sertlik, melankolik bir yaşam sorumluluğu, bir yakınlık ve yoldaşlık ve sıcak insan duyguları … mevcuttur.” Gene de aynı yazı London’ın bu husustaki çelişkili duruşunu sergiler. “Büyük ırk maceramız”ın etik yönü üzerinde durduktan sonra yazıyı, “yukarıdaki önermenin kendisinin de Batılı ırk-egotizminin bir ürünü olduğu dikkate alınmalıdır,” diye bitirir.
Jack London Asyalı göçmenlere karşı kendi döneminin yaygın Kaliforniyalı bakış açısına ve kalıplaşmış görüşlerine pek karşı çıkmaz. Misal verilecek olursa Bunun yanı sıra, Jack London’ın birden fazla öyküsünde Meksikalı, Havaili, Asyalı karakterler önemli yer tutar. Rus-Japon Savaşı sırasında savaş muhabirliği yaparken yazdıkları ve yarım kalan romanı “Cherry”, Japon adetleri ve meziyetlerini çok takdir ettiğini gösterir.
1996 senesinde Kanada’nın Yukon bölgesindeki Whitehorse şehrinde bir bulvara Jack London’ın ismi verildi, fakat sonrasında, London’ın ırkçı söylemleri neden gösterilerek tekrar eski ismi “Two-mile Hill”e çevrildi.
Jack London’ın ölüm sebebi çok tartışılmıştır. Pek çok eski kaynakta intihar ettiği anlatılmıştır. Ölüm raporunda ölüm sebebi olarak üremidir. 22 Kasım 1916 tarihinde, çiftliğinde bir uyku sundurmasında ölmüştür.Son günlerinde çok acı çektiği ve morfin aldığı bilinmektedu, kazayla veya kasıtlı olarak aşırıdoz olması da ihtimaller içerisindedir. Clarice Stasz’a göre “London’ın ölümünü takiben, bazı nedenlerle, onun sonunda intihar etmiş bir kadın avcısı olduğu yolunda bir biyografik efsane gelişti. Birinci el kaynaklara dayanan yakın zamanlı ciddi çalışmalar bu karikatürü reddetmektedir.”London’ın eserlerinde intihar birden fazla kez karşımıza çıkar ve bu durum sözkonusu “biyografik efsane”nin oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir.
Yaşamöyküsünü yazan Russ Kingman London’ın “inme veya kalp krizi” sebebiyle öldüğünü düşünmüştür.
Jack London’ın külleri, eşi Charmian’ınkilerle birlikte, Glen Ellen, California’daki Jack London Eyalet Tarih Parkı’na gömüldü. Çok sade olan mezarda yalnızca yosun tutmuş bir kaya parçası dikilidir.
Yazar ve tarihçi Dale L. Walker’a göre “London’ın gerçek dehası kısa, 7500 ve altında lügattan bir araya gelen, imgelerle dolu beyninin ve üstün anlatım kabiliyetinin özgürce boşaldığı, yazılardır. Bu sihirli 7500’den daha uzun öyküleri genelde, elden geçirilip düzeltilmeye muhtaçtır.”
Jack London’ın enteresan derecede çok sayıda hikâyesi bugün bilim kurgu olarak sınıflanabilir. “The Unparalleled Invasion” Çin’e karşı bir biyolojik savaşı, “Goliah” nükleer denilebilecek bir enerji silahını, “The Shadow and the Flash” görünmezlik peşinde farklı yollar tutan iki rakip kardeşi, “A Relic of the Pliocene” çağdaş insanın bir mamutla karşılaşmasını, Londra’da Jung’un kuramlarına ilginin yoğun olduğu döneme ait daha geç bir hikâyesi “The Red One” dünya dışı bir nesnenin etkisindeki bir ada kabilesini konu edinir. Negatif ütopya veya distopi örneği olarak yazdığı Demir Ökçe romanı da bugünün “Soft” bilim kurgu tanımına uygun düşer.
Jack London Ünlü Romanları