Wilhelm von Humboldt, 22 Haziran 1767 senesinde Potsdam’da dünyaya geldi. Alman kültür tarihinde uzun süre etkili olan bir kişiliğe sahiptir. Toplum onu kardeşi Alexander ile düşündüğünde hiçbir zaman, kendi çağında bilim arzusuyla yanan, yeni ufuklar açan, küresel bir bilgi birikimine sahip uyumlu bir çift görmemiştir.
Alexander bunun bunun yanında doğal bilimler için yeni ufuklar açarken, eğitim poblemleri, devlet teorileri, dilin analitik incelenmesi gibi kültür bilimsel bağlamlarla aktif bir rol edinerek kardeşi Wilhelm’e yardımcı olmuştur.
Humboldt ve kardeşi, babasının aracılığıyla burjuvazi bir hayat sürmüşlerdir. Büyük babası, Prusya Askeriyesi’nde subay olarak görev yapmıştır. Savaş dönemlerindeki başarılarından dolayı kendi isteğiyle, statüsü zadegân sınıfına yükseltilmiştir. Büyük Kamer Beyi Friedrich’in emriyle ordudan ayrıldığı zamanda oğlu Alexander Georg (1720 – 1779) dünyaya gelmiştir. 1776 senelerın başında Alexander Georg, hügno soyundan dul ve kuvvetli bir kadın olan Elisabeth von Holwede ile evlenmiştir. Evlendiği kadının mal varlığı ile Alexander Georg Schloss Tegel’e değer bir kişi statüsü elde etmiştir. Bu evlilikten iki çocukları olmuştur. Çocukları Wilhelm ve Alexander, eğitim çağına geldiklerinde yazları Tegel’de, kışları ise Berlin’deki malikânelerinde eğitim görmüşlerdir.
Ailesi, bu iki kardeşe evlerinde bir öğretmen edasıyla dersler vermişlerdir. Çocuklarını Christian Kunth’un geliştirdiği büyütme teknikleriyle ve farklı alanlarda verdiği alan dersleri çerçevesinde büyütmüştür. Üniversiteye hazırlık zamanında iki kardeş Ulusal Ekonomi, İstatistik ve Felsefe gibi özel dersler almıştır. Onlara hocalık yapan Kunth, abisinin ölümünden sonra Bayan Humboldt için akıl hocalığı rütbesini elde etmiştir ve onların koruması altına girmiştir. Wilhelm von Humboldt ardındanları Prusya Reformları zamanında Kunth’u ortak çalışmalarında hep desteklemiştir. Yine Wilhelm, Kunth öldükten sonra isteği üzerine onun cenazesini Tegel’deki Humboldt Aile Mezarlığı’na defnetmiştir.
13 yaşından sonra Wilhelm akıcı bir biçimde Yunanca, Latince ve Fransızca konuşmaya başlamıştır ve dönem edebiyatının önemli yazarları içinde yer almıştır. Onun muazzam çalışmaları, ilmini takip edenlerde büyük bir merak uyandırmıştır. Kunth’un çizgisinde iki kardeş, evlerinde belli aralıklarla tıp, psikoloji ve fizik dersleri almıştır. O zamanda erdemli bireylerden bir araya gelen “Bund der Freunde Derneği’ne kullanıcı hesabıne dair gizli bir yazı aldığında Wilhelm, örgüte üye olan yabancılarla ilgilenen Caroline von Dacheröden ile bir süre iletişimde bulunmuştur.
Anneleri bu iki kardeşin her zaman farklı alanlarda eğitim almasını istemiştir. Bunun nedeni onların bir devlet bünyesinde basit bir şekilde memurluk elde edebilecek detaya sahip olmalarını amaçlamasıdır. Humboldt, Hukuk Bilimleri üzerine, Alexander ise Devlet Ekonomisi üzerine eğitim almıştır. Daha sonra bu iki kardeş Kunth’un izinde Frankfurt Üniversitesi’nde eğitime başlamıştır; fakat Wilhelm 1788 senesinde Göttingen’de eğitime devam etmek istediği için buradaki eğitim hayatına ilk zamanda son vermiştir.
Weimar Klasik dönemi ile ilişkisi
Göttingen’e yerleştikten sonra Humboldt kendi ilgi alanlarını belirlemiştir. Sonra dürtülerini, ilgi alanlarını ve anlayışlarını takip etmiştir. Eğitim alırken Hukuk yerine daha çok Felsefe, Tarih ve eski dillere yönelik çalışmalar yapmıştır. Bunun bunun yanında bu hususta uzman olan Lichtenberg ve Heyne’nin çalışmalarını takip etmiştir. Aynı yıl içinde, 1788 senesinde, karısı Caroline von Dacheröden ile tanışmıştır. Bu çiftten kalan mektuplarda, Wilhelm ve Caroline 19 ve 20. yüzsenelerda geçerli olan Alman burjuvazisi içindeki cinsiyet davranışlardan örnekler vermişlerdir.
1788 senesinin sonlarına doğru Humboldt, Göttingen’deki eğitim gördüğü yerden çıkarak Rhein / Main bölgesine doğru bir gezi yapmıştır. Burada ünlü bilim adamlarından Georg Foster ve Goethe’nin gençlik arkadaşı Friedrich Heinrich ile tanışmıştır. 1789 yazında eski hocasıyla Paris Devrimi’ne neden olan gezisini yapmıştır. Devrim çalışmalarının bunun yanında Humboldt, öksüz çocuklarla ilgilenmiştir ve terk edilmiş çocuklar için bir yurt açmıştır. Yeni yıla girerken nişanlısıyla seyahat ettiği Weimar’da ilk defa Friedrich Schiller ve Johann Wolfgang von Goethe ile tanışmıştır.
1790 senesinin başında 4 dönemlik okulu bitirdikten sonra devlet hizmetine girmiş, burada yargıç olarak adalet dairesinde çalışmıştır. Bu görevle birlikte devlet adına diplomatik görevlerde bulunmuştur. 1791 senesinin Mayıs ayında yargıçlık makamının ona aykırı olduğunu, yeni vazifelere katılacağını ve aile durumlarını öne sürerek görevinden ayrılmıştır. 29 Haziran 1791 senesinde Erfurt’ta evlendikten sonra eşiyle birlikte Eski Yunan Dilleri, Kültürü, Sanatı, Felsefesi üzerine çalışmalar yürüttükleri ve eski filozof Friedrich August’un düşünceleri ile zamanla derinleştikleri Tühringen’deki evlerine yerleşip, orada birkaç yıl yaşamışlardır. Antik dönemle alakalı uğraşları, Humboldt’a tüm insanlığın felsefi olarak tanımlanması yönünde çok yarar sağlamıştır. Çalışmaları neticesinde kendisine göre yaptığı çıkarımlara dayanarak Humboldt Yunan düşüncelerini ‘Olmak ve yaratmak istediğimiz bir hayal’ olarak tanımlamıştır. 1793 senesinde Antik çağ ve Yunan dönemi üzerine yazı yazarak bunu yayımlamıştır. Burada Philhelinizm akımı üzerine vurgular yaparak bunu sert bir dille ifade etmiştir.
Humboldt, 1794 senesinde ailesi ile o dönem Schiller’in tesirinin var olduğu Almanya’nın Jena şehrine taşındığı zaman, Yeni Hümanizma’ya duyduğu yüksek saygıdan ve yaygın bilgisinden dolayı, çoktan Alman Klasik Dönemi’nin önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Önce Schiller’e, sonra Goethe’ye karşı üstüne aldığı rol katı analistlerin, yapıcı eleştirmenlerin ve usta danışmanların devamı niteliğindeydi. Hatta bazı eserleri, Schiller’in nazımları, Wallenstein oyunu ve Goethe’nin ”Herrmann ve Dorothea” adlı eseri içinde değerlendirilerek beğeni toplamıştır.
Humboldt’un Antik Yunan’a karşı duyduğu ideal inancı ve onun sonradan gelen etkisi Klasik Alman Dönemi’nin eğitim esaslarında tesirini sürdürmüştür: ”Humboldt, kendisini Goethe kadar derin bir bilgi hacmine sahip, Schiller kadar dinamik ve ikisi gibi yaratıcı olarak kabul etmese de Almanya’daki gelişmelerde en kuvvetli ve en uzun güce sahiptir.”
1797 yılına kadar Humboldt’un Schiller ile olan birlikteliği devam etmiştir. 1795/96 senelerında birlikteliklerine ara vermişlerdir ve bu birliktelik tam anlamıyla Elisabeth von Humboldt’un ölümüyle son bulmuştur. Onun ölümü ile sahip olduğu güç, oğullarına geçmiştir ve bu onları maddi yönden bağımsız kılmıştır. Wilhelm bu fırsat ile Schloss Tegel’de varlığını sürdürmüştür ve Alexander Amerika araştırma gezisi için kendini bu sermaye ile finanse etmiştir.
Evin restore edilmesinden sonraki açılışı, Prusya Kral’ı ile Kraliçesi’nin ve diğer ünlü konukların katılımıyla 1824 senesinin Kasım ayında gerçekleştirilmiştir. Humboldt ve Schinkel’in candan etkileşimi, birkaç yıl sonra Lustgarten’deki Eski Müze’nin açılışında bir kez daha tesirini göstermiştir. İnşaat ustası: Schinkel, nesne donatımı: Wilhelm von Humboldt. Sanat ve sanatçıların katkılarıyla varlığını ilerleten, 1825 senesinde kurulan Sanat Dostları Derneği’nin başkanı olarak Humboldt kendi detaylarını ve eski dünyaveyair kapsamlı bilgisini Eski Müze’nin yapılışında kullanmıştır. Humboldt 1830 senesinde müzenin açılışı sırasında kralın ona yeniden değer göstermesine ve onu ödüllendirmesine sevinmiştir. Humboldt’a bundan böyle devlet komisyonunda oturumlara tekrardan katılması önerilmiştir. O anda bir hayli önemli politik uyum düşünülmemiştir. Bunun üzerine Humboldt onur koltuğunu biraz çekinerek kabul etmiştir.
Humboldt’u yaşamının her evresinde destekleyen ve ona cesaret veren Caroline’nin 1832 senesinde ölümünden sonra Humboldt’ ta bi hayli hızlı bir yaşlanma süreci gözlemlenmiş, bu bi hayli hızlı yaşlanma sürecine Parkinson hastalığının belirtileri de eşlik etmiştir. Tegel’deki evinde bir günlük tutmaveya başlayan dul Humboldt bir Sone yazmıştır. 26 Aralık 1834 tarihinde yazılan sone şöyledir:
“Seviyorum sizi, evimin sessiz duvarları,/ Çünkü sizi sevgimle ördüm;/ Bakınca içinde kendimi gördüm,/ Bir de bana uzak mı uzak olanları.” Humboldt’tan sonraki kuşaklar -19. ve 20. yüzyılın tarihsel değişim zamanlarında- buranın görüntüsün muhafaza edilmesinda etkin olmuş ve Tegel Şatosu’nun merak eden ziyaretçilerce gezilip görülebilir hem malikane hem de müze olarak şimdiye kadar kullanılmasını sağlamışlardır.
Theodor Fontane, Mark Brandenburg gezilerinde şatonun parkındaki aile mezarlığından övgüyle bahsetmiştir: Bu izlere Mark kumunun yüzsenelerdır bir anlam kazandırdığını ve burayı binlercesi için uğranılması gereken bir yer haline getiren ünlü iki kardeşin, yüksekliğinin “umudu” çağrıştırdığı granit mezar taşlarının altında birliktece istirahat etmekte olduğunu belirtmiştir.
Humboldt, annesinin ölümünden sonra kalan miras için Tegel’e geri dönmemiştir. O zamanda Napolyon’un İtalya’ya savaş açmasından sonra güvenliliğini de önemsemeyerek Paris’e gitmiştir. Burada dönemin bazı önemli bireyleri ile tanışmıştır. Misal verilecek olursa; Abbe Sieyes, Mme. de Stael ve ihtilal dönemi ressamlarından David. Paris’ten sonra 1799 ve 1801 senelerında İspanya’ya iki uzun süreli seyahat yapmıştır. İspanya’da Baskça dili üzerine son derece verimli dilbilimsel çalışmalar yapmıştır.1801 senesinin yazında Humboldt, karısı ve çocukları ile Tegel’e geri dönmüştür. Burada tam anlamıyla bir yıl kalmışlardır. Bir sonraki yaz aylarında daha verimli ve güvenilir bilgiler edinebilmek için, Humboldt İtalya’ya papa makamına Prusyalı bir temsilci olarak gitme şansını elde etmiştir. Burada adalet bölgesindeki göreviyle eşdeğer olarak diplomatik hizmet ve elçilik müşavirliği görevine atanmıştır. Kilisenin merkezi olan şehrin Fransız egemenliği altına girmesi ve kutsal makamların Napolyon’a bağlı kalmasından sonra aristokrat makamından birisinin Humboldt’u bu vazifeye önermesi, olabilecek rakiplerinin hoşuna gitmemiştir.
Prusya uyruğu altında üstüne aldığı konsolos temsilciliği görevinde Humboldt diplomatik görüşmelerde fazla yer almamıştır, bundan dolayı Roma’daki makamı olan Tomati Köşkünde Caroline ile sürekli olarak görüşme fırsatına sahip olmuştur. Burada saray ve papa hükümetinin bunun yanında Lucien Bonaparte, Bavyera veliahtı I. Ludwig’i, heykeltıraş Thorvaldsen ve Christian Daniel Rauch, Karl Friedrich Schinkel, Friedrich Tieck gibi dönemin önemli isimlerini misafir olarak ağırlamıştır.
Roma’nın Humboldt’a etkisi ve 6 yıllık Prusya Büyükelçiliğinin neticesinde Humboldt 23 Ağustos 1804 tarihinde Goethe’ye bir mektup yazmıştır.
‘Roma öyle bir yer ki burada bütün antik çağ ile ilgili düşüncelerimiz görsel olarak canlıdır. Elbette buradaki etkilerin çoğu, yalnızca şahsi dürtülerle zamanını geçirenler için çok belirgin. Böylesi bir etkilenme, daha ziyade bizden kaynaklanan şiddetli bir heyecan, gerekli bir aldatma olarak tezahür ediyor. Soylu ve yüksek saygı duyulan bir geçmiş, kendi başına bir güçtür, fakat kendi isteklerine karşı koyamayan için, olağanüstü bir yıkıntı kitlesini gözler önüne koyan bir yer de olabilir… Biz kendimizi, dolaysız olarak Atina yahut Roma’nın bir sakini görme dürtüsüne kapılırsak, yalnızca bir yanılgıya düşmüş olurduk. Oysa yalnızca uzaktan, yalnızca genel yargılardan ve yalnızca bir geçmişin mirası olarak Antik çağ bize hoş görünür…’
1805 senesinin yaz ayında Amerika gezisinden geri dönen ve ”ikinci Kolombus” olarak adlandırılan Alexander von Humboldt, Paris’te çalışmalarıyla alakalı geniş çaplı değerlendirme yapmadan önce kardeşi ve yengesini Roma’da ziyaret etmiştir. Burada üç ay kadar kalmıştır. Bu zamanda iki kardeş yoğun bir haberleşme ve içsel bir bağlılık içinde bulunmuşlardır. Lakin arada bir iki kardeş birbirleri ile zıt duruma düşmüşlerdir. Humboldt kardeşlerinin kendi aralarında sergiledikleri ilişki ve birbirlerini tamamlayan etkileri ‘Prusyalı iki arkadaş’ olarak resmedilmiştir.
Berlin’de o zamanda ona uygun eşdeğer bir görev bulunamamıştır, bundan dolayı Roma’da 1808 senesinin Kasım ayına kadar kalmıştır. Mülk meselelerini ve tahrip olan Tegel Şatosu’nun tazminatını düzenlemek için gerçekleştirdiği tatil ona fakat Almanya’ya geri dönme fırsatı sunmuştur. Oysa Almanya’ya geldiğinde Stein aracılığıyla yürürlüğe konulan reformlar onu, “Kült ve Kamu Eğitimi Bölümü’nün” idareciliğini üstlenmek durumunda bırakmıştı. Stein Baronu’nun soğukkanlı bir biçimde bu kararı almasının sebebi, Humboldt’un o zamanda o görev için gerekli bir kişi olmasıdır. I. Friedrich Wilhelm aracılığıyla kurulan ve II. Friedrich aracılığıyla genişleme politikası olarak tespit edilen Prusya Ordu Devleti, her şeyden önce iflasın eşiğindeydi ve Napolyon’a son derece bağımlı bir hal içinde bulunmaktaydı. Stein ve onun danışmanının düşüncesine göre bu durumdan kurtulup eski gücüne kavuşmak, Fransız Devrimi’yle yaşanan vatandaşların özgürlük mücadelesine daha fazla imkan tanıma, vatandaşların öz sorumluluklarını teşvik etme ve bu yolla ulusa daha fazla kaynak bulma hedefiyle daha kapsayıcı reformlar ile olabilecek olacaktı.
Humboldt vazifeye atanmasıyla yüzleştiğinde görevi kabul edip etmemekte tereddüt etmiştir. Bakan olup bununla birlikte yalnızca krala karşı sorumlu olmayıp İçişleri Bakanı Friedrich zu Dohna-Schlobitten’in altında bölüm şefi olarak görev alması kısmen bu tereddüttün nedeniydi. Görevinin önemi yüzünden ona ders olgusunun yeni düzenlenmesinde yettiği kadar hareket özgürlüğü tanınmayacağından korkmuş olmalıydı. Karısı Caroline’ye “üzücü şeyler” ve içinde olduğu bir kriz ile ilgili yazmıştır. Humboldt yeni görevine atanma yazısını 1809 senesinin Ocak ayına iki hafta kala okumuştur, atamasını reddetmiştir ve kraldan Roma’daki diplomatik görevine devam etmesini rica etmiştir. Lakin bunu yapmasına izin verilmemiştir; 10 Şubat’ta Gizli Devlet Kurulu’na ve İçişleri Bakanlığı’nın Kült ve Ders Bölümü Yöneticiliği’ne atanmıştır. Humboldt şartlara sonunda boyun eğdiğinde özgür ve yenilikçi olarak, Nicolovius, Süvern ve Uhden gibi meslektaşlarından destek görerek ilkokullarda ve halk okullarında, liselerde ve üniversite alanında kapsayıcı olduğu kadar tempolu ders planlarını, öğretmen eğitimlerini ve sınav olgularını Königsberg’deki görevinde hayret verici bir biçimde etkinleştirmiştir.
Kendi aristokratik, bunun bunun yanındalıklı var oluşuna bi hayli yakın bağı olduğu için Humboldt’un eğitim ülküsü ekonomik zorlamalar ve toplumsal gerçeklikler yönünden eleştirilmiştir. Lakin Humboldt bizzat genel bir eğitim reformunu planlıyordu; Kral’a 1809 senesinin Aralık ayında hazırladığı raporu, hayat boyu eğitimin var olabileceği bir halk toplumunun oluşturulmasına yönelik teşviklerin belgelerini içeriyordu. “Genel olmak zorunda olan tamamıyla kesin bilgiler ve dahası kimsenin hata yapmayacağı zihniyet ve kişiliğin kesin bir oluşumu mevcuttur. Kendisine ve kendi özel mesleğine bakmaksızın durumuna göre iyi terbiyeli bir insan ve vatandaş ise açık bir biçimde iyi bir usta, satıcı, asker ve iş adamıdır. Okul dersi ona burada gerekli olanı verirse o kişi mesleğinin gerektirdiği özel kabiliyeti sonradan bi hayli kolay edinir ve hayatta sürekli olarak olduğu gibi birinden diğerine geçme özgürlüğünü her zaman korur.”
Humboldt ilkokul, lise ve üniversiteden bir araya gelen üç aşamalı bir okul sistemi istemiştir. 1809 güzünde okul olgusuna dair iki taslak sundu: “Königsberg Okul Planı” ve “Litvanya Okul Planı”; bunlar Alman okul tarihinin merkezi iki dokümanıdır. Bu taslaklar kulaktan dolma bilgiye karşı çıkmaktaydı ve “yalnızca genel insan eğitimini” amaçlamaktaydı. Bu tutum daha çok bir mesleki yöne sahip olan şövalye okullarına, askeri okullara ve özel liselere karşı durmaktaydı. Üç yıllık ilkokullar için Pestalozzi Yöntemi’nin devreye sokulmasını önermişti: “O yöntem bunun yanı sıra çocuğun her an duyduğuna, dile getirdiğine ve yaptığına ve neden böyle değil de öyle muamele gördüğüne dair tam ve açık bilince sahip olmak zorunda olduğu bütün yöntemin ana ilkesidir.” Humboldt lise için hazırlık evresi olarak algıladığı Hümanistik Lise’ye dair yürürlükte olan fikirleri açıkça bildirmiştir. Yeni hümanizmin düşüncesinde zihin eğitimi olarak eski dillerin üstünlüğü üzerinde ısrar etmiştir.
Humboldt’un yahut çalışma dostlarının sonradan tesirini gösteren önlemleri şunlardan oluşmaktadır:
Lise öğretmenlerinin eski dillerde, tarih ve matematikteki bilgi durumlarının belirleneceği öğretim kurulu sınavının 1810 senesinde yürürlüğe konulması (examen pro facultate docendi);
Bitirme sınavının 1812 senesinde tek bir elde toplanması ve zorunlu hale getirilmesi (bu sınav 1834 senesinde istisnasız zorunlu hale gelmiştir.);
1816 senesinde on yıl süren bir Lise Dersi Eğitim Planı’nın veya “Ders Yasası Planı’nın” hazırlanması (bir öneri olarak kalan, ama etkili olan eğitim programı).
Reform çalışmasının taçlandırılmış bir biçimde son bulması, 1810 senesinde Berlin Üniversitesi’nin kurulmasının önünü açmıştır, Berglar bundan şöyle söz etmektedir: “Bir Alman Eğitim Bakanı gururlu bir atama listesini tekrar göstermek zorunda değildi.” En renkli öğretmen kürsülerinde, başlarda Schleiermacher, Friedrich Carl von Savigny, Johann Gottlieb Fichte ve Barthold Georg Niebuhr vardı. Bayan Caroline’ye mektuptan yansıttığı gibi organizatör için bu ufak bir işti: Uzman öğretmenler -sürekli olarak çakışan çıkarlarıyla, kıskançlıklarıyla, kıskanmalarıyla ve hükmetme hevesleriyle, söz konusu alanında destek ve teşvik kazandığı tek taraflı görüşleriyle- “en ele avuca sığmaz ve tatmin edilmesi en zor insan sınıfıydı”.
Humboldt’un üniversite düşüncesi, yüksekokul işletmesi ile doçentler içindeki ilişkiyi ve onların öğrencileri için araştırma ve öğreti birimini öngörmekteydi. Her ikisinin masrafları devlet desteği ve yükümlülüğü aracılığıyla kısıtlı olarak ödenmiştir. Humboldt, üniversitelerin sorumlu öz yönlendirmeleriyle; tabiri caizse yalnızca yüksek bir kuleden ve devletin kendi servetinden oluşturamayacağı araçlarla devlete ait amaçları da yerine getirebilecekleri düşüncesinden yola çıkmıştır. Alman Üniversitesi örneği olarak Humboldt’a özgü bir seviyeye, fakat 20. yüzyılda, 1903 senesinde yayımlanan “Yüksek bilimsel girişimlerin iç ve dış örgütleri ile ilgili” adlı tasarı ile gelinebilmiştir.
Bağımsız ve kabinedeki meslektaşları gibi eşit haklarda etkili olabilmek için devlet komisyonundaki konumunu değerlendirme niyetinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Humboldt, Baron Stein’ın fikriyle Kral’ı ikna edebileceği umuduna kapılmıştır. Hiçbir şeyi başaramadığını fark edince komisyondaki bir yıllık görevinden istifa etmiştir. İşinden çıkarılmasına karar verilmesi iki buçuk ay sürmüştür, bu aylar içinde hem İçişleri hem de Dışişleri Bakanlığı Yöneticiliği için görüşmeler yapmıştır. Diplomatlık görevine sonradan geri dönebilmek için kilise meseleleri bölümü yöneticiliğini ricada bulunarak devraldığından dolayı bir önceki işinden kovulmasıyla ilişkili olarak “Viyana’ya olağanüstü elçi ve tam yetkili bakan” olarak atanması yaşadığı hayal kırıklığını biraz da olsa hafifletmiştir.
Humboldt elinde barındırdığı devlet dairelerindeki görevlerinden ayrıldığı için saldırıya uğramıştır. Kendini beğenme, zevk arayışı, rahatlık ve kendini diğerlerinden üstün görme, geri çekilmesinin kabul edilebilir emsallarini oluşturmuştur. Buna karşına, büyük bir hizmet ve devlet görevinde de tam güne yaydığı bitmez tükenmez azami bir iş hırsına sahipti.
Özgürlük ve Barış Diplomatı
Caroline von Humboldt kocası Eğitim Bakanı olarak vazifeye atandığında Roma’da kalmıştır. 1810 senesinin sonbaharında çocuklarıyla birlikte kocasının yanında yaşamak ve Minoriten Meydanı’ndaki evde gösterişli bir toplum yaşamı sürmek üzere Viyana’ya gitmiştir. Humboldt, Habsburg görevlerinde tanıştığı gençlik arkadaşı Friedrich Gentz aracılığıyla o zamanki Avusturya Dışişleri Bakanı’nın vekili Metternich ile tanışmayı başarmıştır. Böylelikle Hardenberg’e Napolyon ile Rusya içindeki çatışmada ve Napolyon’a karşı başlayan kurtuluş savaşında Avusturya’nın tutumunu önceden güvenilir bir biçimde söyleyebilmiştir. Avusturya’nın koalisyona katılmasını arka alanda teşvik edebilmiştir. Bu Humboldt’un Scurla Biyografileri’ne göre onun diplomatik kariyerindeki en üst noktaydı.
Humboldt Viyana Kongresi’nde ve Alman Devletler Birliği ile ilgili yapılan müzakerelerde Hardenberg’in sağ kolu olarak görev almıştır ve eyalet dosyalarının şekillenmesine sayısız bildiriyle katkıda bulunmuştur. Hardenberg’le yapılan bu önemli evrede Avrupa’nın yeni düzenini içinde barındıran bu uzlaşma ne yazık ki uzun süreli olmamıştır. Çünkü Humboldt’un liberal ilkeleri ve etkileri, Hardenberg kendisini geliştirirken, Metternich’in giderek git gide artan karşı devrimci çabalarıyla bir araya gelen havayı bi hayli fazla bir kenara itmiştir. Müzakereler bittikten sonra Metternich ve Humboldt içinde belirgin bir hal alan zıtlaşma sebebiyle Humboldt’un Viyana’daki rolü sonlanmıştır. Humboldt ilk kez 1816 yılı boyunca Alman Devletler Birliği’ndeki açık bölgesel poblemleri müzakereye bağlamak üzere Frankfurt’a gönderilmiştir, bunun sonrasında ise kalıcı olmak üzere Londra’ya elçilik görevine yollanmıştır. Humboldt, Hardenberg aracılığıyla tekrardan bir bakanlık görevine öngörülmüştür. Hardenberg, yetkisinde ve yönetim işlevinde Humboldt aracılığıyla saldırıya uğrandığını düşünmüştür. Bunun üzerine aylardır devlet komisyonunun bir üyesi olarak Berlin’in siyasi işlerine katılan Humboldt’un acil bir biçimde Londra’ya gönderilmesini talep etmiştir.
Humboldt yurt dışına sürüleceği kararına yarım sene boyunca saygı göstermiştir, ardından sözde ailevi nedenlerden dolayı görevinden alınmasını rica etmiştir. Hardenberg onun Berlin’den uzaklaştırılma dilekçesini kabul etmiştir; fakat Humboldt ikinci dilekçesini doğrudan Kral’a yazmıştır ve bu ona cesaret kazandırmıştır: Humboldt, Frankfurt am Main’de yeniden Alman Devletler Birliği’nde Prusya’nın çıkarlarını gözetecekti. 1819 senesinin Ocak ayında nihayet bakanlık görevine durumsal sorunlardan dolayı atanmıştır. Diğer ön koşullar altında anayasal bir monarşi için liberal temeller oluşturma ve böylelikle III. Friedrich Wilhelm’in anayasa sözünün, Humboldt’un düşündüğü gibi gerçekleşmesi şansı doğmuştur. Bu imkân üzerine yaşanan manzara, devlet komisyonunun bir reformu için onun yeniden ortaya attığı talebini kendisine dayandırmasına, Hardenberg’in olağan mesafeli duruşuna ve kendine ait anayasa planlarına rağmen- teklif edilen bakanlığı üstlenmesine olanak sağlamıştır. Teklifin Humboldt’a sürgün getireceğini zanneden meraklı halk, onun teklifi onaylaması üzerine bi hayli sevinerek tepki göstermiştir. Humboldt’un Berlin’e gitmesinden önce anayasa meselesinin önünü tıkamak isteyen Hardenberg onun Berlin görevini onaylamadan önce yaza kadar Humboldt’u Frankfurt’taki görevleri sebebiyle oyalamıştır.
Anayasa düşüncesine hiç de uygun olmayan bir zamanda Humboldt görevine başlamak zorunda kalmıştır. Görev süresine denk düşen zamanda Prusya ve Avusturya Devlet Başkanları içinde üniversitelerde ve normal yaşamda liberal çabaların baskı altına alınmasını ve kovuşturulmasını öngören Karlsbad Kararları müzakere edilip kabul edilmiştir. Daha sonraki zamanlarda Hardenberg ve Humboldt, Kral’a anayasa fikirlerini sunsalar da Prusya’da Karlsbad Anlaşması’ndan sonra anayasal bir düzenin oluşması olanaksızdı. Humboldt’un farklı zamanlarda dostlarını da arkasına alarak yürüttüğü mücadelesi, uzun süredir kaybettiği makamında yer almaktaydı. “Demagog”- Kovuşturması kapsamı içinde polisin keyfi davranmasına karşı enerjik çıkışı 31 Aralık 1819 tarihinde görevinden uzaklaştırılmasına neden olmuştur; fakat o, görevinden uzaklaştırılmasını soğukkanlı olarak sineye çekmiştir.
Karşılaştırmalı Dil Araştırmaları’nın ve Karşılaştırmalı Dilbilimi’nin Kurucusu Humboldt Tegel’deki 10 yıllık yaşamı boyunca öncelikli olarak dil incelemeleriyla meşgul olmuştur. Bu çalışmalara yönelik malzemelerin bir kısmını seyahatlerinde kendisi toplamış, bir kısmını mektup yazışmalarından elde etmiştir, diğer bir kısmını ise kardeşi Alexander’ın araştırma gezilerinin malzemelerinden edinmiştir. Kardeşi 1827 senesinden beri Berlin’de yaşamış ve Tegel’e Humboldt’u ziyaret etmek için sürekli olarak gelmiştir. Humboldt, 20 yıl daha fazla yaşamış olduğu kardeşinin ölüm haberini bir mektup aracılığıyla öğrenmiştir.
“Humboldt kendisini hep oluşumun yanında görmüştür ve türler üzerine dil yapısındaki çeşitliliğin bir sebebe bağlanması manasına gelen ve insanlığın zihinsel algılarında kurulu olan yeni bir dilbilimi çok etkin bir biçimde teşvik etmiştir: Bu çeşitliliğin içinde tüm dünyayı kapsayan, dillerin yapısının onun biricik araştırma nesnesi olan bir dilbilim (…) Humboldt çağdaşlarının içinde çoğu dili gramer yönünden inceleyen adı sonsuza kadar uzanacak tek kişiydi. O bunun yanı sıra tüm dillerin ilişkisini ve onların insanlığın zihinsel oluşumuna etkilerin, en derinden ve en manalı bir biçimde araştıran kişiydi.”
Gençlik senelerında öğrendiği yabancı dillerin bunun yanında Humboldt’un dil hâkimiyeti İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Bask dili, Macarca, Çek dili, Litvanyaca’ya kadar uzanmıştır. Bilimsel incelemeleri, Amerika’daki yerli diller, eski Mısır dili, Çince, Japonca ve Hindistan Sanskritçesi dilleri üzerinedir. Bu kapsayıcı dilsel araştırma olgusunun kaynağı, dilin kesinlikle kilit rolü elinde barındırdığı Humboldt’un kafasında oynadığı insan portresidir. “Çünkü insanın mizacı dilin beşiği, yurdu ve evi olduğu için dilin bütün özellikleri insanda fark edilmeden, gizli bir biçimde ortaya çıkmaktadır.” Humboldt dilin ulusal kişiliğini ele alan bir inceleme yazısında şöyle yazmıştır: “Karakteri tanımlayarak ve aslında onu oluşturarak, belirsiz düşüncelere bir şekil vererek zihin çoğu kimsenin desteklediği etki aracılığıyla yeni yollar üzerinden nesnelerin özüne işler. (…) Bazı milletler kendi dillerinin onları dünya çapından uzaklaştırdığı yağlı boya tablolarıyla adeta yetinmektedirler ve bu tablolarda daha fazla ışığı, ilgiyi ve uygunluğu bir araya toplamaya çalışmaktadırlar. Diğerleri adeta kendilerini düşüncelere gömmektedirler, ifadenin yettiği kadar görülmektedirılamayacağına, ifadenin uygun yapılamayacağına inanmaktadırlar ve bunun üzerine şekilin kendi içinde tamamlanmasını göz ardı etmektedirler. Her iki tür milletin dilleri kendi dilinin kişiliğistik özelliğini kendi içinde taşımaktadır.”
Gelişmiş biçimdeki insanlar arası anlama ortak bir dili şart koşmaktadır; bu Humboldt’a göre bir şeyin asıl nedeni ve bilimsel ilerlemenin aracıdır: “Çünkü anlama düşünce tarzlarının ayrılmaz bir noktada bir araya gelmesidir, hatta ortak kısmın kendini emniyete aldığı, bireyleri aşan düşünce kürelerinin bir araya gelmesidir. Bunun yanında düşüncenin edinilen her gelişmesi diğerlerinin sahip oldukları düşüncelerin üstüne çıkarak, benimsemede ve yeni bir gelişmede gerekli olan özgürlük prangalarını takmaksızın insan cinslerinin zihinsel ilerlemesini olanaklı hale getirmektedir.”
Düşünce kürelerinin bu bağlamda bi hayli verimli bir biçimde bir araya gelmesini Tegelli kardeşler birlikte tecrübe etmişlerdir- ve gelecek kuşakların bundan istifade etmesini sağlamışlardır. Wilhelm siyasi görevleri sebebiyle daha çok Prusya vatanseverliğini geliştirmiştir ve uzun süre Paris’te kalan Alexander’ı özlemiştir. Lakin her ikisi de temelde anavatana yönelik dar kafalılığı reddetmiş ve kozmopolit fikirlerini bilimsel çalışmalarında birleştirmişlerdir. Herbert Scurla, Wilhelm von Humboldt’un Alexander’a “Kozmoz”da (Evren) gönderme yapan sonraki cümlelerinde Humboldt-Kardeşlerin ortak vasiyetini görmüştür:
“Geçerliliği tarih boyunca git gide git gide artan bir düşüncesi betimleyecek olursak; herhangi biri tüm cinsin etraflıca tartışılan, fakat buna karşın yanlış anlaşılan müthişleşmesini ispatlamak isterse; insanlık düşüncesi, çabayı ve insanlar arasına her türden düşmanca ön yargıları, bunun bunun yanında tek yanlı görüşleri koyan sınırları ortadan kaldırmaktır. Bunun bunun yanında tüm insanlığa din, millet ve renk gözetmeksizin büyük bir kardeş kabile olarak, bir amaca ve iç gücün özgür gelişimine ulaşmada mevcut bir bütün olarak muamele etmektir. Bu, toplum olmanın son ve açık düşüncesidir ve bunun yanı sıra insanın varlığının gelişmesi için kendi doğası aracılığıyla kendi içine yerleştirdiği yoldur.”
Wilhelm von Humboldt, 8 Nisan 1835 tarihinde öldü.